Takım olmak duygusu sporun her türünde takımın her bireyi
tarafından yaşanılması ve tüm bireyler tarafından sindirilip, hissedilmesi
gereken bir duygudur. Bireysel
sporlarda bile, yarışan oyuncu, antrenörü, idarecisi ve izleyicileri ile bir
takım oyunu sergilemektedir. Basketbol da oyuncuları, antrenörleri,
yöneticileri, seyircileri ile tam bir takım oyunudur. Bu takımın en küçük
bireyi bile görevini ihmal ederse takımın başarısı düşer.
Basketbol, oyuncuların bireyselliklerinden tamamen sıyrılıp, ayni amaç uğruna, tek vücut olup, tüm güçlerini vererek mücadele edilen bir takım sporudur. Gerek savunmada gerekse hücumda oyuncular karşılıklı yardımlaşarak hareket etmelidirler. Oyuncuların bunu başarabilmeleri için ilk önce kendilerine saygı, arkadaşlarına saygı, sevgi ve samimiyetle güvenmeleri gerekir. Oyuncular arasında karşılıklı saygı geliştiği zaman sporun asıl yerini bulacağına inanıyorum. Büyüklerine saygı göstermeyen ve arkadaşlarını sevmeyen bir bireyin takımın parçası olması imkansızdır. Hangi ligde mücadele ederseniz edin; ister çok önemli bir ligde şampiyon olan bir takımda yer alın, isterse KKTC liginde mücadele eden bir takımın parçası olun, takımın bireyi olabilmek için öncelikle egolarınızdan feragat etmeniz gerekir. Çünkü başarı bu şekilde kazanılıyor. Arkadaşlarınızın hakkını korumak ve onları gözetmek en önemli dayanışma örneğidir. Takım olmanın bir diğer gereği de arkadaşlarınızla yardımlaşmaktır. Arkadaşınızın kötü bir gününde daha çok çalışarak onun açığını kapatıp takımın zarar görmesini engellemek sizin elinizdedir. Unutmayın ki sizin de kötü bir gününüz olabilir, eğer o zaman da arkadaşlarınız size yardım ediyorlarsa artık takım oldunuz demektir.
Basketbol, oyuncuların bireyselliklerinden tamamen sıyrılıp, ayni amaç uğruna, tek vücut olup, tüm güçlerini vererek mücadele edilen bir takım sporudur. Gerek savunmada gerekse hücumda oyuncular karşılıklı yardımlaşarak hareket etmelidirler. Oyuncuların bunu başarabilmeleri için ilk önce kendilerine saygı, arkadaşlarına saygı, sevgi ve samimiyetle güvenmeleri gerekir. Oyuncular arasında karşılıklı saygı geliştiği zaman sporun asıl yerini bulacağına inanıyorum. Büyüklerine saygı göstermeyen ve arkadaşlarını sevmeyen bir bireyin takımın parçası olması imkansızdır. Hangi ligde mücadele ederseniz edin; ister çok önemli bir ligde şampiyon olan bir takımda yer alın, isterse KKTC liginde mücadele eden bir takımın parçası olun, takımın bireyi olabilmek için öncelikle egolarınızdan feragat etmeniz gerekir. Çünkü başarı bu şekilde kazanılıyor. Arkadaşlarınızın hakkını korumak ve onları gözetmek en önemli dayanışma örneğidir. Takım olmanın bir diğer gereği de arkadaşlarınızla yardımlaşmaktır. Arkadaşınızın kötü bir gününde daha çok çalışarak onun açığını kapatıp takımın zarar görmesini engellemek sizin elinizdedir. Unutmayın ki sizin de kötü bir gününüz olabilir, eğer o zaman da arkadaşlarınız size yardım ediyorlarsa artık takım oldunuz demektir.
Takım bir
bütündür, nasıl bir masanın ayaklarından birinin az bile olsa kırık olması ile
masa düz duramıyorsa, takım da bir tek elemanı bile aksadığında maçı kazanamaz.
Her elemanın takım içinde bir görevi vardır, Maçı kazanmak için her eleman
görevini kusursuz yapmak zorundadır. Alınacak sonuç sadece elemanın kendisini
değil bütün takımı ilgilendirecektir. Bir oyuncu maç boyunca hiç oynamasa dahi
takımın kaderi üzerinde etkili olabilir. Arkadaşlarına destek olan ve moral
veren bir yedek oyuncu takımına maçı kazandırabilir. Yedek bir oyuncunun oyuna
girdiği bir saniye içinde kapacağı bir top bir şampiyonluğa dönüşebilir. Bu
yüzden takımın en küçük üyesi bile her an görevini yapmaya hazır olmak
zorundadır.
Oyuncularıma
her zaman gerçek yaşamda nasıl bir kişiliğe sahiplerse, sahada da oyun oynarken
aynı kişiliği sergilemeleri gerektiğini söylerim. Gerçek yaşamdan kastım,
oyuncular yaş ve yaşam şartlarına göre değişim gösterecektir. Oyuncuların okul,
iş, karşı cinsle ilişkisi, evlilik ve ailesinde nasıl bir kişiliği varsa bunu
sahada da göstermelidir. Hatta oyuncularıma takımın bir aile olduğunu
söylemekteyim. Gerçek yaşamda bizler ailemizin ne iş yaptığını, nelerden
hoşlanıp hoşlanmadığını biliyoruz. Takım içerisinde de oyuncuların
birbirlerinin aile gibi bir takım şeylerini bilmesi (Ne iş yaptığı, hangi
pozisyonda çalıştığı, nerede okuyup hangi bölümde olduğu vb.) ve ona göre
davranması gerektiğini söylerim. Bizim ülkemizde ve tam anlamıyla
profesyonelliğin gelişmediği bazı ülkelerde dahi oyuncular; bir şekilde profesyonel
olsalar bile, eğer takım olmuşsalar birbirlerinin nelerden hoşlanıp
hoşlanmadıklarını biliyorlar. Tam da bu konuyla ilgili olarak bu hafta kendi takımımda
yaşadığım bir deneyimi sizlerle paylaşmak
isterim: Hayatım boyunca gerek oyuncu gerekse
antrenör olarak yapmış olduğum sayısız maç vardır. Birçok maç kazanıp kaybettik bu süreçte. Üzüldüğümüz ve mutlu
olduğumuz birçok durumlar ortaya çıkmıştır.
Ancak geçtiğimiz hafta yaşadığımız olay bana
tam da bugünkü konumuzun yani takım ruhunun önemini gösterdi. Cuma akşamı Soyerspor Genç Takımımızın maçı vardı ve
inanın şu anda kaç sayı ile
kazandığımızı, kaç sayı atıp, yediğimizi anımsamıyorum. Sonuçta bu bir oyun ve kazanmak da var, kaybetmek de.
Genç takımımız da görev alan her oyuncumuz
o akşam çok iyi mücadele ettiler ve maçı kazandılar.
Ancak biri vardı ki; verilen her görevi neredeyse eksiksiz yaptı, sahanın yıldızlarından birisi oldu. İlk bakışta
bir oyuncunun verilen görevi eksiksiz
yapması normal görünüyor ancak, maç bitiminde bizimle paylaştığı bir bilgi oyuncumla birbirimize
sarılıp ağlamamıza neden oldu. Oyuncum maç
günü eniştesini kaybetmesine rağmen bunu ne biz antrenörlerine, ne de takım arkadaşlarına
hissettirdi. Çünkü diğer arkadaşlarının ve
kendisine ihtiyacı olan takımın motivasyonunu düşürmek istemiyordu. Bu oyuncumuz Özkan Yoğunali. 1995 doğumlu, genç ama yüreği "BÜYÜK"
olan bu ve bu gibi oyuncularımıza bizler de takım olarak elimizden gelen desteğin en iyisini yapmaya
çalışacağız. Bakın Basketbolun “The Man’i” (Michael Jordan) nasıl
demiş.
“Takımın geri kalanından farklı bir hayat
tarzım var ve bu da ne yazık ki bölünme yaratıyor. İşte bu yüzden bana düşen
onlara kendimi eklemlemek, arkadaşlarımla aramda kuvvetli bağlar kurup bunu
devamlı olmasını sağlamak. Onların neleri sevdiğini bilmek zorundayım. Örneğin,
benim de neleri sevdiğimi onlara söylemek. ‘O harika biri. Ona asla ulaşamam.
Ona dokunamam bile’ diye düşünmelerini katiyen istemem.
Takım olmanın bir başka
gerekliliği de, takım olarak oyuncuların birbirlerine güvenmeleri gerekiyor.
Arkadaşı top atıldığında topu tutamaz diye pas atmaktan korkan, atacağı pası
düzgün atamıyor diye hata yapmaktan korkup pas atmayıp daha büyük hatalar
yapan, maç sonunda takım 20 sayıyla yenildiği zaman bile ben “şu şekilde
istatistik yaptım daha ne yapayım diye” kendini avutan oyuncular var.
Oyuncular, takımda hata yapar diye ona pas atmamak yerine, daha fazla güvenini
sağlaması için arkadaşına tekrardan pas atmalı. Ona güvendiklerini göstermeleri
gerekmektedir. Ona güvendikleri için, kendileri de güven kazanacaklardır. Bu da
birlikte takım olmanın anahtarıdır. Chicago Bulls yardımcı antrenörü Jim Cleamons başarıların ardından kötü
giden takımları ile alakalı bu durumu şu şekilde söylemiştir.
“Biz her zaman yürekten oynayan bir takım olduk. Fakat korkarım ki bundan çok çok uzağız şimdi. Takım arkadaşlarımızı ve oyuna nasıl daha fazla nüfuz edebileceğimizi düşünmek yerine; alacağımız parayı, kariyerlerimizi ve yaptığımız istatistikleri düşünür olduk sadece”
“Biz her zaman yürekten oynayan bir takım olduk. Fakat korkarım ki bundan çok çok uzağız şimdi. Takım arkadaşlarımızı ve oyuna nasıl daha fazla nüfuz edebileceğimizi düşünmek yerine; alacağımız parayı, kariyerlerimizi ve yaptığımız istatistikleri düşünür olduk sadece”
“SİZİ BURAYA GETİREN
YETENEĞİNİZDİR. BURADA TUTACAK OLAN İSE KARAKTERİNİZDİR.”
Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer
23/03/2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder