14 Nisan 2015 Salı

Hayata Basket Atıyoruz!

          İnsanların bireysel veya toplu olarak teknik, taktik, kondisyon ve psikolojik hazırlıklardan sonra, başarı elde etmek, mücadele heyecanını yaşamak için yaptığı vücut hareketlerinin tümüne spor ismi veriliyor. Sporu zevk için yapanlara amatör, bir kulüp çatısı altında yapanlara ise profesyonel sporcu deniliyor. Sporu yaptıran kulüplerin görevi sadece sporcularını müsabakalara sokmaktan ibaret olmadığını, sosyal sorumluluklar da taşıdığını hatırlatmamız gerekiyor. Kulüplerin sosyal sorumluklar taşıdığını hatırlamak ve hatırlatmak adına Soyer Spor Kulübü olarak bu hafta sonu “Hayata Basket Atıyoruz” isimli sosyal sorumluluk projemizi gerçekleştiriyoruz.
          2012 Şubat ayında kulüp olarak çocuklarımıza düzenlemiş olduğumuz kamptan sonra, onların babalarıyla sadece bir gün olsa bile basketbol sayesinde zaman geçirmelerini istemiştim. O anda “Babalar ve çocukları kampı” olarak bir düşünce gelişmişti. Kampta da bunu çocuklarımla paylaşmıştım. Kamp bitip eve geldiğimde, bu düşüncemin daha geniş kitlelere ulaşmasını, bunun bir sosyal sorumluluk projesi olarak gerçekleşmesi gerekliliği beni heyecanlandırmıştı. O anda aklıma “Hayata Basket Atıyoruz” sloganı gelmişti ve bunun bir hayır kurumu yararına daha geniş kitlelere ulaşmak için yapmam gerektiğini düşünmüştüm. Ertesi sabah iş yerime gittiğimde Kemal Saraçoğlu Lösemili Çocuklar ve Kanserle Savaş Vakfı’nın internet sayfasına girip onların amaçlarını okumuştum. 
          Vakfın kuruluş amaçlarından birincisinin “Kanserle savaşta toplumu bilinçlendirmek ve toplumsal dayanışmayı güçlendirmek” olduğunu okuyunca hemen vakıfla temasa geçip toplantı yaptık. Vakıftan olumlu yanıtı alınca bunu Yönetim Kurulumuzla paylaştım ve tüm yönetim kurulu üyeleri destek verdi ve oradan amacımız net ortaya çıkmış oldu.
          “Hayata Basket Atıyoruz” projesi, topluma verilecek mesajın geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak amacıyla projeye vakfın bünyesinde bulunan çocuklar ve aileleri ile medya mensupları ve çocukları, Soyer Spor Kulübü üyeleri ve projeye duyarlı, önceden yapılacak duyurulara yanıt verip destek olacak vatandaşların katılması beklenmektedir. Bu etkinlikte amaçlanan; lösemili çocuklar ve aileleri ile medya mensupları ve çocuklarını, Soyerspor Kulübü oyuncuları ve aileleri ile bir araya getirmek, gün içindeki sosyal paylaşımların ardından düzenlenecek olan  ve etkinliğe adını veren “Hayata Basket Atıyoruz” basketbol turnuvası maçları ile katılımcıların hep beraber güzel bir zaman geçirmelerini sağlamak, ayrıca, medya mensuplarının yapacakları programlar, hazırlayacakları haberler ve yazacakları köşe yazılarıyla toplumsal bilinçlenme ve dayanışmaya katkı sağlamaları yönünde destek olmaktır. Ayrıca turnuva sırasında salona konacak bağış kutuları ile gelen seyirciler ve katılımcıların Kemal Saraçoğlu Lösemili Çocuklar ve Kanserle Savaş Vakfı’na bağış bırakmasını sağlamak hedeflenmektedir. 
          Bu proje için Türkiye'den gelecek olan ünlü basketbol adamı ve Tofaşspor Kulübü Başkanı Efe Aydan'a da ayrıca teşekkür ediyoruz. Kendisi etkinlik günü aramızda olup bizlerle o heyecanı yaşayarak çocuklarımızla ilgilenecek ve sporun birlik beraberlik ruhumuzu nasıl pekiştirdiğini bizlere hatırlatacak.
          Tüm bireylerin ve yönetimlerin, içinde yaşadıkları toplumun yaşam kalitesini iyileştirmek için, kendi çalışanları ve onların aileleri, yerel halk ve bütün toplumla birlikte sürdürülebilir bir dünya için ekonomik, çevresel, kültürel ve sosyal gelişmeye destek verme sorumluluğuna sosyal sorumluluk adı veriliyor. Çözüm üretilmesi gereken kitlesel sorunlar da ilk üç sırayı eğitim, sağlık ve çevre alıyor. Toplumumuza sahip çıkmak için bizler hep birlikte sosyal sorumluluğumuzun farkına vararak görevlerimizi yerine getirelim.
          Tabiiki bize “Hayata Basket Atıyoruz” adlı projemizi gerçekleştirmemiz için gereken desteklerini esirgemeyen, Osman Adil Petrollere, Öngel Traiding’e, Dr. Şevket Alptürk’e, Mepaş L.T.D’e, Uğur Solyalı’ya, Mehmet İlgezen’e, Hüseyin Yıltaş’a, Cms Güvenlik’e, Klimam LTD’e, Dome Hotel Yönetim Kurulu Başkanı Bayram Karaman’a, Ekin Adademir LTD’e, ICY Su’ya, Okkıran Çiçekcilik’e, Cyprus Life Hospital’e ve görünmeyen tüm kahramanlara teşekkür ederiz.
       
“Çözüm yoksa sahneler sizin olmuş ne fayda. Alkışlamayacak toplum olmadıktan sonra…”               


Saygı ve basketbolla kalın.

Tahir Soyer
30/05/2012

Hatalarımızdan ne kadar ders çıkarıyoruz?

          Sürat, hareketlerin mümkün olduğu kadar yüksek bir hızla uygulanması yeteneği olarak tanımlanıyor. Tıpkı hayatımızın da son sürat ilerlemesi ve zamanın hızla akıp gitmesi gibi. Önemli olan da hızla geçen bu zamanda geride neler bırakabildiğimiz ve hatalarımızdan ne kadar ders çıkarıp kendimize, ülkemize yararlı olabiliyoruz.
          Türkiye’de yaşanan “Gezi parkı” olayları, ülkemizde ise yapılacak olan “28 Temmuz Erken Genel Seçimi” bu son sürat “mutlu” veya mutsuz” yaşanan hayatımızda, Türkiye’deki hükümet ve bizde seçilecek olan milletvekilleri ile hükümet edecek olanların ne kadar ders çıkaracakları, kendilerine veya ülkelerine yararlı çalışmalara imza atacaklar diye de bekleyip göreceğiz.
          “Kendilerine ne kadar yararlı çalışmalara imza atacaklar?” diye yazmış olduğum cümleyi okurken sizlerin kesinlikle kızıp söylendiğini ve hatta hafiften bazıları ile akraba olduğunuzu biliyorum. Hayat boyu hepimizin görmüş, yaşamış, okumuş olduğu gibi bazı kişilerin mevkilerini kullanarak kendilerine veya yandaşlarına yararlı çalışmalara imza attığını gözlemliyoruz. Tabii ki bu cümlede benim ne demek istediğimi hepiniz biliyorsunuz.
          16/06/2008 yılında tam beş yıl önce bir spor yazarı abimiz köşe yazısında, İstanbul’da düzenlenen uluslararası bir turnuva için oluşturulan KKTC Basketbol Milli Takımı Oyuncu ve Teknik Kadrosu sebebiyle Basketbol Federasyonuna isyan ederken, Osman Korahan Hocanın adını Osman, benim ise adımı bile zikretmeden sadece “Lefke’nin Antrenörü” diye yazmıştı. Biz KKTC Basketbol Milli Takımı olarak Suriye’yi 16 sayı farkla yenip, Ürdün’e ise 32 sayı farkla yenildik ki, Ürdün Dünya Kupasına hazırlanan bir takımdı. Bana göre o zaman bizler başarılı olduk.
          O dönem spor yazarı abimizin hedefinin oyuncular ve teknik kadro değil, ona göre yanlış yapan Basketbol Federasyonunu eleştirmekti. Aslında spor yazarı abimizin eleştirisi de ülkeye yararlı oldu. Burada benim, Osman Korahan’ın ve oyuncuların herhangi bir hatası olmamasına rağmen, bundan bile bir ders çıkararak kendimize veya ülkemize yararlı olmak için süratli ve çok hızlı giden bu yaşamımızda yılmadan çalışmamızı sağladı. Hayat boyu kendimi anlatmayı, yaptığım herhangi birşeyleri söylemeyi çok sevmiyorum. Bu ülke gençliğine veya ülkemize bir takım güzel şeyler bırakabilirsek de bunu sizlerin söylemesini yeğliyorum. 
          Birileri tarafından eleştirilmek veya yanlışlarınızın yüzünüze söylenmesi, sizleri kızdırıp insanlara kindarca davranmanızı gerektirmiyor. Gezi Parkı olaylarına çok değinmek istemiyorum. Bir vesile ile ilgili gitmiş olduğum İstanbul’da yerinde gidip görme fırsatım oldu. Orada sadece masumane eylem yapan insanları tenzih ederek yazıyorum, burada ülke için değil kendi menfaatleri için de bulunanlar vardı. Ülkemizde yapılacak olan Genel Seçimler sürecinde ve sonrasında yapılacak olan eleştirilerin ardından umuyorum yine masum insanlara kindarca davranılmaz.
          Burada “X” parti veya görüşü savunan kişiler, gazeteciler, dernekler olacaktır. Belki de tüm siyasi partilerin kendilerine göre yanlışlarını yazacaklar veya söyleyecekler. Önemli olan kendinize göre hatanız olmasa bile, söylenenlerden ders çıkarmak ve ülkemizi layık olduğu noktaya taşımak göreviniz olmalıdır.
          Çok sevdiğim sporcularım ve sporcular da aynı şekilde hatalarından ders çıkarıp, ilk önce kendilerine daha sonra da ülkemize yararlı çalışmalara imza atmanızı temenni ediyorum. Süratli ve çok yüksek hızla devam eden bu hayatımızda siz gençlere de bizim çok ihtiyacımız var... 
Gün gelecek sizin de miadınız dolacak. Önemli olan akıllarda bıraktıklarınızın milad olması ile her zaman hatırlanmanızdır.” Tahir Soyer         

  

Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

20/06/2013

Hassasiyet!

          Son zamanlarda ve özellikle son birkaç gündür, görsel, yazılı basın ile sosyal paylaşım sitelerinde hassasiyet kelimesi hakkında birçok yazı yayınlanıyor. Hepimiz konumlarımız, önem verdiklerimiz ve değer gösterdiğimiz kişi, toplum veya olaylara hassasiyet gösteriyoruz. Son zamanlarda bu kadar konuşulan bu kelimeyi biraz irdeleyip spordaki hassasiyet ile bağdaştırıp sizlerle paylaşmak istiyorum.
          Hepimizin bildiği üzere hassasiyet, hassas olma durumunu, ya da duyarlılığı yani duyarlı olmayı ifade ediyor. Duyarlı olmak şefkat hissine sahip olmak demektir. Şefkat hissi de gerçekten sevgi ve saygıyı gerektiriyor. Şimdi birkaç örnekle sizlere bunları açıklamaya çalışacağım.
          Basında veya sosyal medyada aniden bir bildiri görüyorsunuz “Acil kan aranıyor” diye. Hassaslaşıp, duyarlılık gösterip, şefkat hissine kapılıp eğer kanınız uyuyorsa ve fiziksel bir engeliniz bulunmuyorsa gidip kan verebiliyor, ya da o bildiriyi yaymaya çalışıyorsunuz. “Yeşil Ada” dediğimiz ki son zamanlarda yeşilimiz tükeniyor, yangın çıkmasın diyerek çevreci olmasanız bile, çöplerinizi doğaya atmıyorsunuz. Bunu da hassasiyet, duyarlılık ve şefkat olarak açıklayabiliyoruz. Bu gibi örnekleri çoğaltabiliyoruz. Sizler de sevdiğiniz, saygı gösterdiğiniz, değer verdiğiniz şeylerle alakalı birçok örnek ortaya çıkarabiliyorsunuz. Hassasiyet için kısa ama genel olarak anlamı çok yüklü olan “Hak edene gösterilen ve verilen değer” olarak bir açıklama yapsak doğru olur diye düşünüyorum.
          Spora, spor adamlarına, sporcuya hassasiyet, duyarlılık, şefkat, sevgi, saygı ve değer ne kadar gösteriyoruz? Birçoğunuz memlekete, topluma, sağlığa, eğitime, çevreye bu söylediklerim gösteriliyor mu diye de sorduğunuzu düşünebiliyorum. Memlekete ve topluma her alanda hassasiyet gösterilmesi gerekiyor. Herkes alanı ile ilgili bir şeyleri irdelerken, bizler de spor adamı olarak spor konusunu irdelemeye devam edeceğiz.
          Spor salonlarının, tesislerinin yeterli olup olmadığını tartışmayıp, sporu yeniden yapılandırmak için değer verip konuşmadan, spor, eğitim ve sağlık ilişkisini düzenlemeden, sporda profesyonelliği getirmeye çalışmadan, ambargoların kalkacağı güne kadar kendimizi hazırlamadan, sporu özellikle velilere tanıtmadan, sporun bir bakanlığının olmasını sağlamadan ve daha verebileceğimiz birçok örnekle nasıl hassasiyet gösterdiğimiz de ortada görünüyor.
          Sonuç olarak spora; skora bakarak bir takımı yerden yere vurmak diğerini yüceltmek, kimin kaç basket attığına bakarak diğerinin yaptığı düzgün savunmayı görmeyerek, bir atletizm sporcumuzun Türkiye’de beşinci gelmesini eleştirmek yerine oraya kadar nasıl geldiğini ve daha iyi nasıl olabilir konusunu tartışıp iyi sonuçlar elde etmek için uğraşmadıktan sonra bana spora hassasiyetle davrandığımızı kimse söylemesin. Hele de bir spor kulübümüzün bugünlerde antrenman sahası bulamamış olmasını, her gün bu mevsimde yaşanan sıcaklar nedeniyle ilkel koşullarda antrenman yapan bizleri görüyorken…       
“Hassasiyetiniz, memlekete, topluma, kişilere, olaylara gösterdiğiniz değer ve sevgiden anlaşılır…Tahir Soyer       
Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

22/08/2013

Güven!

          Son zamanlarda dikkat ettiğim, gözlemlemeye çalıştığım ve en sonunda da üzerinde bir şeyler yazmak istediğim güven konusunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Kızımın ve takımımda bulunan kızlarımın isteği üzerine bu yıl birkaç konsere gitme fırsatım oldu. Gelen sanatçılar profesyonelliklerinin gereği halkı coşturmasını çok iyi biliyorlar. Fakat halk ne kadar coşabiliyor veya ne kadarı coşuyor bunu bir kez de sizlerin düşünmesini istiyorum.
           Gözlemlediğim kadarıyla gençliğimiz, insanımız, coşmasını, şarkılara eşlik etmesini veya şarkılarla birlikte o ortamda eğlenip oynamayı çok yapmak istemiyorlar. Akraba düğünlerinde gençler veya bizlerin ne kadar coştuğumuzu biliyoruz. Peki neden konserlerde veya buna benzer aktivitelerde coşmuyoruz? Bana göre kendimize güvenmiyoruz. Kendimize güvenmememizin en büyük sebebi de korkuyoruz. Korkuyoruz çünkü dedikoduyu çok seven bizim büyüklerimiz, bizim eğlencemizi alıp öyle bir süsleyecek ki, bizler tabiri caizse günah keçisi durumunda oluyoruz. Oysa güven kelimesinin sözlük anlamlarından biri, korku ve kuşku duygusundan uzak veya yüreklilik, cesaret olarak açıklanıyor.
          Yıllardır bir şey söylenecek veya kendimize bir şeyler olacak korkusuyla, baskıyla yaşayan bizler, kendimize ne kadar çok güvenip bir yerlerde başarılı olabiliyoruz diye sadece söylemlerde kalıyoruz. Yüreklilik ve cesaretle kaçımız kalkıp bir takım şeyleri söylüyor veya yapıyor? Hep susuyor veya sineye çekiyoruz. Kabuğumuza çekildikçe de üzerimizde çeşitli oyunlar oynanıyor. Bu sefer de bizler özgüvenimizden kaybediyoruz.
          Gündemi sıcak tutup bundan sonra bu olanların yaşanmaması adına da konuyu seçimlere getirmek istiyorum. Acaba kaç kişi çıkıp da görüşlerini veya görüşlerine inandığı parti ve adayların inandırıcılığına, güvenirliliğine inanıp onun peşine düşebiliyor? Bunu yapan kişiler özellikle devlet çalışanıysa vay haline. Ya da yanlış olan bir şeyleri çıkıp söylüyor veya yazıyorsanız sizden daha kötüsü olmuyor seçim sonrası. Bu güven veya güvensizlik duygusu da maalesef bizlere ailelerimizden miras kalıyor. Onların hepsinin veya birkaçının eleştirisel yaklaşımı, mükemmeliyetçiliği ve esas konu olan fazla korumacılığı yüzünden güven veya güvensiz davranışlarımız çocukluğumuzdan itibaren başlıyor.
          Yine kendi alanımıza dönüp sporda kendine güven üzerine bir şeyler yazmak daha doğru olacaktır diye düşünüyorum. Kendine güvenmek en güzel güvendir. Sporda güven ise sporcunun fiziksel becerileri algılayabilme, uygulayabilme ve fiziksel uygunluk düzeyinden memnun olma durumunu yansıtıyor. Bu durum sporcunun kendine güveni olarak tanımlanabiliyor. Sporcunun kendine güveni ise fiziksel ve zihinsel kapasitesinin farkında olmasıdır. Kapasitesinin farkında olan bir sporcu da istek, kararlılık ve çalışmayla daha büyük işler başarabiliyor. Bunun başlangıcı da her zaman kendine güvenle başlıyor.
          Başarılı olmak istiyorsak öncelikle kendimize güvenmemiz gerekiyor. Güvenmemizin yanında da kendimize inanmamız elzem olarak görünüyor. Kendimize inanmadan takım arkadaşlarımıza inanmanın bir anlamı olmuyor. Sporcu kendine güvenmeli, bu güvenini de takım arkadaşlarına, hocasına, yönetime ve taraftarlara hissettirmelidir. Kendine güvenen bir sporcu her zaman kendine inanarak, başarılı olacağını bilir.
          Bütün olumsuz tecrübeleri unutarak, kendinizle iletişim kurarak, işlerinizi veya öğrenme sürecinizi ertelemeden, istediğiniz şeyin ne olduğunu bilerek, çevrenizi iyi gözlemleyerek, enerjinizi istediğiniz şey için vererek, telkinlere kulak tıkamayarak, hayır demeyi bilerek, geleceğinizi ertelemeden planlayarak, olumlu kelimeleri hep hayatınıza sokup senaryolar yazmadan, hayatınızı yönlendirip kendinize güveniniz…      
Güven ve başarı birbirlerine doğru orantılıdır!” Tahir Soyer         

  

Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

11/07/2013

Gençlerin edebi üzerine!

          Kişiler değişik yaşlarda ve zamanlarda, farklı olaylar yaşayabiliyorlar. Yaşamış olduğumuz olumlu veya olumsuz bu olaylar, bizlerin daha sonra hayatımıza daha farklı yön vermemizi sağlıyor. Bu yön verme, kendi davranışlarınızı, size bire bir bağlı kişi veya grupların davranışlarını eğitmek üzerine oluyor.

          Bir buçuk ay kadar önce Genç Bayan Takımımızla ilk maçımızı oynadık. Yıllardır erkek takımlarını çalıştırmış olduğumdan dolayı bu maçta farklı heyecanlar yaşıyordum. Farklı kişilik özelliklerine sahip kızlarımı bir araya getirip antrenman yapmanın ve müsabakalarda başarıyı yakalamanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Zorluklarla mücadele etmeyi seven ve basketbola olan aşkımdan dolayı Genç Bayan takımını oluşturup antrenmanlara başladım. İlk başta gelen kızlarımızın bazıları sağlık sorunundan, bir kısmı eğitimlerinden dolayı takımı bırakmak zorunda kaldı. İki ay gibi kısa süreli bir çalışmayla 7 kızımla hazırlıklarımızı tamamladık ve ilk maçımıza çıktık. O akşam maçı aldık, daha sonra oynadığımız iki maçı da kaybettik. Fakat kazanma ve kaybetmenin sporun içinde var olduğunu biliyoruz. Ben sizlere farklı bir olaydan bahsetmek istiyorum.

          O akşam oynadığımız maç içerisinde yaşanmış bazı olaylar oldu ki, bunları bize ayrılan yerden duyamıyoruz. Hakem arkadaşlar da duymadı, duysalar kesinlikle ceza verirlerdi. Karşı takımdan birkaç kızın, bizim takımdaki kızlara küfürlü konuştuğunu, oyuncularım bana aktardıkları zaman şok içerisinde kaldım. Haftada iki veya üç kez idman yaptığım kızlarımın, idmanlarda sert hareketlere maruz kaldıklarında bile ağızlarından küfür duymadım. Bundan dolayı onların bu söylemlerine inandım. Kızlar aslında o kadar gergin ve sinirliydiler ki, kesinlikle onların bir takım olaylarla baş başa kaldıkları belli oluyordu.

          Farklı kazandığımız maçta, oyuncularımın mutluluk içerisinde, benim ise söylediklerimin çoğunun yapılmasının verdiği hazzı almam gerekiyorken, oyuncularımı sakinleştirmekle kaldım. Gönül istiyor ki bu gibi olayları hiçbir zaman spor müsabakalarında, özellikle kız çocuklarımızda yaşamayalım. Rakip takımdaki kız oyuncuların o gün ortaya koyduğu saldırgan, kontrolsüz ve ayni zamanda riskli davranışların nedenlerini bilemiyorum. Ancak hocalarının ve ailelerinin, onların bu psikolojik davranışlarını düzelteceğine inanıyorum.

          Sporcuların her bireyde olması gerektiği gibi ilk önce kendilerine, takım arkadaşlarına, rakibe, hakeme, seyircilere saygılı olması gerekiyor. Her zaman söylüyorum, gençlerin spor eğitimi ile birlikte davranışlarının da eğitilmesi bir zorunluluktur. Aileler ile istişare içerisinde çocuklarımızın bu veya buna benzer olaylarını hep birlikte düzeltmemiz elzemdir. Sporu hep beraber saygı çerçevesinde yüceltip, sevgi ile güzelleştirip, edepli sporcular yetiştirelim...                   

“Edeb; insanı her türlü hatadan koruyan bilgi prensiplere sahip olmaktır.” Neyzen Sencer Derya

Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

17/01/2013

Gençler spor ile iç içe olmalı!

          Geçtiğimiz hafta Türkiye'de olduğu gibi ülkemizde de "19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramını" kutladık! Atatürk'ü anmanın dışında gençlerimiz sahalarda, izleyicilere spor hareketleri ve değişik figürler yaparak tamamladı. Gençlik ve Spor Bayramımız bunlarla sınırlı mı kalmalıydı? Bu işin içerisinde sadece okullar mı olmalıydı? Bu işin içerisinde Federasyonlar ve spor kulüplerinin (kendimizi de bunun içerisine koyabiliyorum) olması gerekmiyor muydu? Herkesin düşüncesine saygı duyuyorum. Hiçbirine de gerek yok diyenler çıkabiliyor ama ben spora verilen önemin az olduğunu aktarmak istiyorum. Bu kutlamalarda gönül ister ki; ülkemizde sporun her alanında yer alan tüm kulüpler de sahada yer alıp, gençleri bugünde spora teşvik edici mesajlar verilseydi.                     Spor evrensel kültürün bir parçası, dünyada dili, ırkı dini farklı insanları birleştiren önemli bir araç, dünya barışına katkı sağlayan bir etkinlik olarak biliniyor. Günümüzde sporu; fiziksel faydalarının yanı sıra insanların ruhsal sağlığını da olumlu yönde etkilemek, sosyal ve moral kazançlar sağlamak amacı ile yapılan hareketler topluluğu olarak da tanımlanabiliyor. Ülkemizde en azından bu gibi günlerde spor bakanlığımız, federasyonlarımız ve bizler spor kulüpleri olarak bir takım etkinlikler yapabilir, onları biraz daha sporun içerisine çekebiliriz. Spor sadece müsabakaların olacağı gün yapılmayacağı, öncesinde hazırlıkların sürmesini de dahil edersek, bunlar sayesinde de gençlerimizin kötü alışkanlıklardan uzak durmasını sağlayabiliriz. Anayasamızda da ilgili maddeler şu şekilde yer alıyor.

Gençliğin Korunması Madde 60

            Devlet, gençlerin bilgili, sağlıklı, sağlam karakterli ve topluma yararlı birer yurttaş olarak yetişme ve geliştirilmelerini sağlar.

 

Sporun Geliştirilmesi Madde 61

            Devlet, her yaştaki yurttaşın beden ve ruh sağlığını geliştirecek, sporun kitlelere yayılmasını sağlayacak önlemleri alır, gerekli spor tesislerini yapar ve başarılı sporcuları korur.
          Bizim ülkemiz ve bizim gibi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde spor önemli bir dinamiği oluşturuyor. İnsanımızın genelde spor ile olan ilişkisi izleyici, taraftar boyutundan ibaretle kalmıyor. Sporun insan sağlığı ve insan gelişimi için ne oranda önemli olduğunun bilincini, ülkemiz insanları geçmişten günümüze biliyor. Her şeyin ötesinde bir çocuğun fiziksel ve mental (zihinsel) gelişim sürecinde sporun çok önemli bir etki yaptığını da biliyor. Sporun kişinin sağlığına ve gelişimine önemli katkılar koyacağı, onun kişiliğinin oluşumunda paylaşma, ekip çalışması gibi günümüz dünyasında çok önemli olan kavramlarla tanışmasına ve onları benimsemesine yol açıyor. Bu kadar bilinçli bir topluma sahip olan ülkemizi gelin daha iyi olanaklarla spor yapmaları için teşvik edelim, üzerimize düşen görevler neler ise el birliği ile yapalım.
   
“Gençliğinde dik duranın ihtiyarlığında beli bükülmez.”               

Saygı ve basketbolla kalın.

Tahir Soyer
19/05/2012

Geleceğin kadınları!

          1910 yılında Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin’in Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı toplantısında 8 mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına bu günün “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılması önerisini getirdiğini ve oy birliği ile kabul edildiğini, ayrıca Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılmasını kabul ettiğini hepiniz biliyorsunuz.
          Ülke olarak değişen dünyaya ne kadar ayak uydurduğumuzu, yapılan hataları ne kadar bertaraf ettiğimizi düşündüğüm zaman, hala daha günümüzde kadınlarımızın şiddete maruz kaldığını, kendini ifade edemediğini, konuşma özgürlüğünün kısıtlı olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Birçok kadının yaşam özgürlüğünün kocası veya erkekler tarafından kısıtlanabiliyor olmasına rağmen, hala daha çoğu kadınımız bunu saklıyor.
          Kadınlarımızın okuyarak, sanatla, sporla, doğayla, sosyalleşerek kendisini özgürce ifade etmesi gerekiyor. Birleşmiş Milletler sözleşmesinin 15.maddesinde yer alan ''Devletler, erkek ve kadınlara kalacakları ya da yaşayacakları yerleri seçme ve serbestçe dolaşma konuşma hakkını tanır'' kararına da hepimizin saygılı bir şekilde yaklaşmasını ve kadınlarımıza layık olduğu davranışları sergileme zorundayız.
          Günümüzde her yaşta insanların sağlığını koruması gerektiğini, kaliteli bir yaşam için sporun fiziksel ve zihinsel etkileri bilimsel olarak ortaya konuluyor. Toplumdaki bireylerin spordan uzaklaşmaması, sürekli sporun içerisinde kalması, geleceğe sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi ile olacaktır diye düşünüyorum. Ülkemizde bireysel veya takım sporları olsun amatör ve profesyonel biçimde spor yapan kadın sayısı oldukça azdır.
          Birçok insanımız tarafından kız veya kadınların spor yapması gereksiz görünüyor. Bunun sebebinin de aile veya toplumun spor bilincinin geliştirilmesiyle düzelebileceğini düşünüyorum. Kadınlarımız sadece işe gidip çalışması, üretkenliğinin artması demek değildir. İş ile ilgili çalışması değil, başka şeylerle kadının sosyalleşmesi, üretkenliğini bu gibi alanlarda farkına varması ve başkalarının kendi yerine karar vermesine sessiz kalmaması gerekiyor. Ülkemizde gerekli mercilerin, üretime katkıda bulunan kadınların yaratılmasını sağlamaktır.
          Kızlarıma her zaman söylediğim bir konu da şu oluyor. İlk önce okullarını bitirip sevdikleri alanda iş sahibi olmaları, hiçbir zaman kimseye muhtaç olmamalarıdır. Basketbolu, hayatlarına eğitimden sonra ikinci planda tutmalarını, eğitimleri bittikten sonra da onu ya birinci sıraya almaları veya önceliklerinden sonra diğer zamanlarının çoğunu ona göstermelerini söylüyorum. Şimdi de sizlere geleceğin kadınlarının bana yazdıkları yazılardan birer cümle aktarmak istiyorum.
Aslı Piro: Daha önceden pas alıp sayı atmayı düşünüyorken, takıma geldikten sonra pas verip attırmayı ve takım arkadaşımı sevindirmenin daha önemli olduğunun farkına vardım. İnsanın spor hayatında, yanındaki kişiler çok önemlidir. Eğer sevdiği kişilerle birlikteyse, o aktiviteden kopamaz.  
Sena Özşen: Takıma 7 oyuncu bir antrenör olarak başladık. Fakat şimdi 12 kız bir baba olarak kocaman bir aile olduk. Takım içerisinde her takımda olduğu gibi küçük çekişmeler olabiliyor. Ama bu hırs bizi daha iyi olmamız için çalışmaya itiyor.
Melis Öncün: Soyer Spor’a katıldıktan sonra “takım ve birliktelik” kelimesinin ne anlama geldiğini anladım. Maçlara giderken hep bir şaka ve motivasyon içinde gidiyoruz. Bu da performansımızı olumlu yönde etkiliyor.
Özlem Cumhur: Basketbol, insana belli bir kişilik, yeni dostluklar ve ikinci bir baba kazandırabiliyor.
Aliye Yöncü: Basketbol bana mücadele etmeyi, birlik olmayı, doğru düşünmeyi, doğru hareket edersek iyi şeyler olabileceğini ve hayatta her an her şeyin olabileceğini öğretti.
Sevim Okur: Basketbola bu takımda daha fazla aşık olduğumu, esas yerimin burası olduğunu düşünüyorum. Eskiden antrenmanlar yorucu gelirken şimdi bu aşk sayesinde yorulmadığımı ve severek geldiğimi söylemek istiyorum.
Sıla Taşkın: Basketbol, disiplinli ve düzenli çalışmak demektir.
Merve Gümüşok: Benim gibi takıma yeni girmiş oyunculara, takım arkadaşlarım sırt çevirmedi, dışlamadı, beni aralarına kattılar. Belki de bu diğer takımlarla aramızdaki en büyük fark olmuştur.
İrem Su Sarı: Basketbol, aşkmış, her şeymiş.
Tutku Demirtaş: Bu takıma geldikten sonra, hedefimi Türkiye’de iyi bir takımda oynamak olarak geliştirmiş bulunuyorum.
Melis Jan Zorlu: Antrenmanlara hevesle gelip, bazen yoruluyorum ama eğlenerek ayrılıyorum.
Ayseli Yaşar: En az takımdaki arkadaşlarım kadar iyi oynamak ve basketbolu geliştirmek istiyorum. Bunu başarmak için evde de çalışıyorum.
Ecem Başak Dural: Basketbol sayesinde spor yapıyorum, bedenimi geliştiriyorum. Basketbol hayatımın yarısıdır.
İlayda Yaşar: Basketbola çocukların aralarındaki ilişkiyi ve ne kadar eğlenceli olduğunu görüp başladım.
Şeniz Ünlüaşık: Tabii ki antrenmanlarda gülüp eğlenebiliyoruz, espriler yapıyoruz, ama antrenmanın ciddiyetini, motivasyonunu bozmamaya dikkat ediyoruz.
Gül Yöncü: Biz takım olarak, hoca ve takımı değil, baba ve kızları gibiyiz.

Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur. ATATÜRK
Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

06/03/2013

Festivaller!

          Dönemi, yapıldığı çevre, katılanların sayısı ya da niteliği programla belirtilen ve özel önemi olan sanat gösterisi; düzensiz toplantı, curcuna. Belli bir sanat dalında oyun ve filmlerin sunulması ve gösterilmesi sonunda ödül ya da derece verilmesi biçiminde düzenlenen ulusal ya da uluslararası gösteri dizisi, şenlik. Bir bölgenin en ünlü ürünü için yapılan gösteri “Festival” olarak açıklanıyor.
          Festivallerin amacı da, yapıldığı yerin kültürünü, fiziki yapısını, ürünlerini, yaşam biçimini daha geniş kitlelere iletmenin en bilinen ve etkili aracıdır. Festivaller bir kaynaşma ve var olma mücadelesidir. Bölgelerimizde, beldelerimizde ve köylerimizde de çok güzel festivaller düzenleniyor. İnsanlarımız bu festivallerde yaşadığı yerin kültürünü, ürünlerini, yaşam biçimlerini, fiziki yapısını, değişik bölgelerden gelen diğer kişilere aktarma fırsatı buluyor. Festival Organizasyon Komiteleri de başka bölgelerden kişileri getirebilmek için çok güzel etkinliklere imza atıyor, ülkemizin ve Türkiye’nin sevilen, beğenilen sanatçılarını getiriyorlar. Yapılan veya yapılacak tüm festivallerde görev alan, katkı koyan herkesi kutluyor, teşekkür ediyorum.
          Sporun sağlığa yararlı olduğu tartışılmaz bir gerçektir, fakat sportif bir aktiviteye başlamak için gerekli olan temel bilgiler genelde yetersiz kalıyor. Yani, yaşınıza ve fizik kondisyon düzeyinize uygun spor türünü seçmek önemlidir. Hareket sistemi üzerine sportif aktivitenin çok büyük yararları açıktır. Bunlar biliniyorken yapılan bu festivallerde onca güzel aktivitelerin yanında neden sporu sevdirecek, model olacak spor adamlarını da festivallerimize davet etmiyoruz? Yapılan spor aktiviteleri çerçevesinde o branşla alakalı ünlü bir spor adamını getirmek birçok çocuğumuzun ve gencimizin o spor aktivitesine başlamasına vesile olabiliyor. Sanatçılar gelmesin demiyorum ama bu şekilde spor adamlarını getirmek sanatçılardan çok daha az maliyetli olacaktır.
          Özellikle küçük yaşlardaki çocuklarımızın obez, yaşları biraz daha büyük olanların ise aşırı kilolu olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Sadece bu konuyla alakalı olsa bile çocuklarımızı spora başlatmamız gerekliliği ortaya çıkıyor. Kaldı ki sporun insan hayatı üzerinde fiziksel ve zihinsel ne kadar yararlı olduğu biliniyor. Bu gerçekleri ülkeyi yönetenler, yönetecek olanlar veya en aşağıya kadar herkes biliyor. Hal böyleyken 28 Temmuz tarihinde yapılacak Milletvekilliği seçimi için partilerin hazırlamış (hazırlamamış) olduğu programlarına göz attığımız zaman da millet için bu kadar önemli olan bu konu hakkında hiçbir şeyin yazılmamış olması da bizleri üzüyor.
          Bu noktada kimse spor için ambargolardan falan bahsetmesin. Bizler spor ile çocuklarımıza fiziksel gelişimleri için yardımcı olabilmeyi, sağlıklı olabilmek için yaşama alışkanlıklarını ve düzgün hareket etme ile duruş kazandırabilmeyi, hayal gücü ve yaratıcılığını geliştirebilmeyi, iyi sosyal alışkanlıklar kazanmasına yardımcı olabilmeyi, kendine güvenerek ve bilinçli davranmasını sağlayabilmeyi ve daha birçok şeyi öğretebiliyoruz.
          Ülkemizde bazı sorunlar olduğu gerçek. Bazı konular da kimilerine göre doğru, başkalarına göre de yanlış olarak gösteriliyor, algılanıyor. Tüm siyasi partilerin seçim manifestolarında yer alan maddeler çok heyecan verici ve ayni zamanda ülkemiz için gereklidir. Bunların kaç tanesi hayata geçirilecek diye de hepimiz merakla bekliyoruz. Fakat tüm siyasi partilere, çok “DEĞER” verdiğimiz “GENÇLER GELECEĞİMİZDİR” dediğimiz çocuklarımız ve gençlerimiz için spor konusunda da önemli atılımlar, programlar, manifestolar yapmanızı öneriyorum…   
Etik bir toplumun oluşabilmesi, etik ilke ve değerleri benimsemiş kişilerle mümkün olur diye düşünüyorum.” Tahir Soyer         

  

Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

04/07/2013

Evrensel değerler!

          Üzülerek belirtmek istiyorum ki, maddi değerler, evrensel değerlerin yerini almakta olduğunu gözlemliyorum. Maddiyat yüzünden birçok insan çıkarcı, dedikoducu, karalamacı vb gibi davranışlara bürünüyorlar. İnsanların kişisel ve toplumsal ilişkilerinde evrensel değerler gibi doğru davranışları beklemeleri doğal olmasına karşın, bu davranışlarla karşılaşmaları, hayatın tüm evresinde her geçen gün daha da zorlaşıyor.

          “Değer” bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, değdiği karşılık, kıymet, veya şahsın tanıdığı yüksek ve yararlı nitelik olarak sözlükte tanımlanıyor. Düşünce, eylem, işlem veya nesnenin insan için taşıdığı önemi belirleyen niteliğe ve niceliğe ilişkin inançlar olarak “psikolojik değer” açıklanıyor. Çeşitli olaylar, olgular, fikirler karşısında bireylerin tepki ve fikir birliği olarak da “toplumsal değer” olarak değerlendiriliyor.

          Karşımızdaki kişilerin özellikleri, niyetleri, istekleri ve davranışları hakkında kararı kendi değerler penceremizden veriyoruz. Karşımızdaki kişide, kendi değerler penceremiz içerisinde davranışlar görüyorsak onaylıyoruz. Bu durumun tersi oluyorsa o kişi veya kişileri yadırgıyor ve reddediyoruz.

          İnsanlar yaşadığı veya bulunduğu yeri, kendi değerlerine göre yargılıyor. Aynı zamanda insanlar yaşadığı veya bulunduğu yer tarafından toplum değerlerine göre yargılanıyor. Bu karşılıklı yargılamaların o toplumu oluşturan kişiler arasında bir istikrara kavuşma noktasında toplumsal bir kültür değerleri bütünün oluştuğu görülüyor. Fakat oluşan her kültür sahip olunması gereken değerleri ihtiva etmeyebiliyor.

          “Evrensel değerler”, doğanın içinde kendiliğinden var olan değerler olarak açıklanıyor. Başka bir deyişle, insanoğlunun doğuştan sahip olduğu hak ve özgürlüklerin belli kriterlere bağlı olarak yaşamasını, garanti altına almayı hedefleyen fikri, ahlaki ve sosyal değer yargıları olarak açıklanıyor.

          Antropolog Robert Edgerton, tarihte yaşamış üç yüz kadar uygarlığı inceliyor ve bu konu hakkında kanıtlanan önemli bir takım bulguları açıklıyor. Ben de sizlerle bu bulguları paylaşmak istiyorum. Kültürün de toplumsal ve canlı bir olgu olduğunu göz önüne alarak sahip olduğu değerlerin evrensel değerlerle taban tabana zıt olduğu bir kültür düşünüldüğünde, bu kültürün dolayısıyla toplumun doğal seleksiyona tabi tutularak doğa tarafından yok edileceği sonucuna varmak yanlış olmuyor.

          Edgerton tarafından incelenen bu uygarlıklar içerisinde, kültürleri evrensel değerlerden yoksun olanların zaman içinde yok olduğu sonucuna varıyor. Kültürel ve evrensel değerler arasındaki ilişkinin ne kadar önemli olduğu görülüyor.

          Şimdi sizler için nelerin evrensel değer olduğunu biraz düşünerek veya hissederek bulmaya çalışın. Antropolog Robert Edgerton incelediği, tespit ettiği ve genel olarak altı maddede ifade ettiği evrensel değerlerin neler olduğunu sizlerle paylaşıyorum.

Gerçeğe saygı-Kişisel bütünlük-Hakkaniyet-İnsan onuruna saygı-Hizmet-Sevgi

           Evrensel değerler hayatın her noktasında bulunması gereken kurallar olması gerekiyor. Spor yapan kişilerin evrensel değerleri daha iyi anladığını ve uygulayabildiğini gözlemliyoruz. Profesyonel sporcuların büyük bir çoğunluğu bunu uyguluyor. Şimdi bu altı maddeyi sporculara uyarlayarak anlatmaya çalışmak istiyorum.

Saygı: Saymak fiilinden ortaya çıkan bu kelimenin, “Gerçeğin bizim istediğimize göre değiştirilemeyeceği inancı” ve “davranışlarımızı gerçeği düşünerek yapmak” olduğu açıklanıyor. Sporcu yaptığı spor dalı ne olursa olsun sürekli oyunda olmak ve oynamak istiyor. Fakat iyi bir alt yapı eğitimi almış bir sporcu ilk önce kendisine, arkadaşlarına, hocasına, kulüp yönetimine, taraftarlarına ve ülkesine saygılı olmayı öğreniyor. Bu aldığı saygı kültürü neticesinde, sürekli oynamak istese bile gerçeğin kendi istediğine göre değişmeyeceğini, teknik kadronun almış olduğu karara saygılı davranması gerektiğini biliyor. Oyuna istediği şekilde giremiyorsa da davranışlarının ne olduğunu ve neden oyuna giremediğini düşünerek, ne gerekiyorsa yapıyor.

Kişisel Bütünlük: İnsan özünün, sözünün ve davranışının bir bütün içerisinde olmasıdır diye açıklanıyor. Sporcuların büyük bir çoğunluğu tüm benliğini saha içerisinde yansıtıyor. Kişisel bütünlüğün özünde gerçeğe saygı olduğundan sporcu saygı çerçevesinde davranış ve tavırlarında

Hakkaniyet: Haklı olana hakkını vermek demek olarak açıklanıyor. Hak ve hakkaniyet bütün kültürlerde yer alan değerlerdir. Adalet ve kavramının ve hukuk sistemlerinin önünde bu değerler var oluyor. Özellikle bir çok çalışma alanında veya işe alışlarda hak edenlerin önünde hak etmeyenlerin yer aldığı gözlemleniyor. Sporda ise sürekli çalışan, antrenmanlara katılan, kendine, arkadaşlarına ve hocasına saygılı davranan sporcular kesinlikle emeklerinin karşılığını hak ediyorlar.

İnsan onuruna saygı: İnsan onuru “Can’ın” bir parçasıdır ve doğuştan geliyor. Burada insan yeni doğmuş bir bebek, fakir veya zengin olsun onurları yönünden eşit bulunuyor. Bir çok sporcu yaptığı spor ne olursa olsun karşısındaki sporcunun onurunu kırmıyor. Kıranlar da büyük cezalar alıyorlar. Ancak onur kırıcı davranışda bulunan sporcular spor hayatı bittikten sonra toplum tarafından dışlanabiliyor.

Hizmet: Kısaca “Biz yaşadığımızdan dolayı birbirimize hizmet etmekle yükümlüyüz” ifadesi hizmet değerini özetliyor. Özellikle takım oyunlarında daha belirgin olmasına karşın tüm branşlarda sporcular kendilerine, takım arkadaşlarına, ailelerine, kulüp taraftarlarına ve ülkelerine hizmet ediyorlar. Sağlıklı yaşam için kendilerine, sağlıklı yaşadıkları ve profesyonel yaşamdan dolayı ailelerine, birlikte oynadığı takım arkadaşları ile birlikte başarılı olmaları adına, taraftarların mutlu olması ile ilgili, ülke tanıtımına katkı koymak için hizmette bulunuyorlar.

Sevgi: Sevgi insanın en temel ihtiyaçlarından birisidir. Sevgi, duygu ve düşüncelerin paylaşılması incelmesi, böylece tutarlı ve zengin hale gelmesidir diye açıklanıyor. İnsanoğlu, sevdiği canlı ve cansız ne olursa olsun, sevdiği şeyin acısı ile kendiside acı duyuyor. Sporcular ise takım ve rakip oyuncuların herhangi bir acısı ile kendi acısıymış gibi acı çekiyor. Bununla kalmayıp sporcular çok sevip yapmış olduğu spor dalında başarısızlık sonucunda acı çekiyor.                 

“Evrensel değerlere sahip olmayan kişiler, fanatik taraftarlar olabiliyor veya ideolojilere bağnazca bağlanabiliyorlar” Tahir Soyer

Saygı ve basketbolla kalın.


Tahir Soyer
04/10/2012

Etik olmayan davranışlar ahlaki mi?

          Yaptığımız hareketlerin hangisinin ahlak yönünden doğru olup olmadığı ile ilgili sorulara değinen ve felsefenin bir dalı olan kavrama "Etik" deniliyor. Bir başka deyişle; Etik: İnsanların eylemlerinin, ahlaki değerlerimiz ve normlarımıza dayalı olarak iyi
veya kötü olarak değerlendirilmesidir. Ahlak ise kültürel değerler ve ideallerle ilgili doğru ve yanlışları ve bunlara uygun olarak nasıl davranılması gerektiğini belirliyor. Ayni zamanda geniş tabanlı ve nasıl davranılması gerektiğine ilişkin yazılı olmayan standartları da
içeriyor.
          Ülkemizde basketbol müsabakaları bu günlerde sadece minikler kategorisinde devam ediyor. Diğer kategorilerde mücadeleler yapılmış, klasmanlar sonuçlanmış ve şampiyonlar belirlenmiştir. Özelde basketbol, genelde tüm spor branşlarında mücadele eden tüm sporcu,
antrenör, spor kulübü ve kulüp yöneticilerini kutlar; "İnsan doğasının en derin ilkesi takdir edilmeye duyduğu iştahtır" cümlesini benimsemiş biri olarak şampiyonluk yaşayanlara da ayrıca takdirlerimi sunuyorum.
          Sporcular sezon sonu yorgunluğu atarken, antrenörler ve kulüp yöneticileri sezon sonu olmasına rağmen çalışmalarına devam ediyor. Herkes "Önümüzdeki sezon nasıl başarılı olurum?" diye düşünüyor, plan yapıyor. Kimileri takım kadrolarını güçlendirmeye çalışıyor, bir diğerleri takım kadrosunu koruma derdine düşüyor. Bu tüm dünyada değişik branşlarda
ülkelerin şartlarına göre yapılıyor. Spor bu yönüyle de takım taraftarlarına heyecan yaşatıyor.
          Bazı antrenörlerin ve yöneticilerin bu dönemlerde yaptığı bir takım etik olmayan davranışlarla karşılaşmak maalesef ülkemizde de yaşanıyor. Transfer dönemi gelmeden antrenör veya kulüp yöneticilerinin senelik planlamalarının içerisinde düşündükleri
oyuncularla görüşme yapması doğal olarak karşılanıyor. Ancak lig devam ederken, oyuncu maça çıkmak için hazırlanıyorken rakip antrenörün veya idarecilerinin "Bu sene bize gel, şampiyonluk yaşayalım" demesi ahlaki olmayan bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Hatta bu durum minikler veya küçükler liginde oynayan 11 ve 14 yaşlarındaki çocuklara
yapılıyorsa onların psikolojilerinde olumsuz izler bırakıyor. Ülkemizde basketbol  tam profesyonel anlamda yapılamadığından dolayı ciddi sıkıntılar yaşamaktayız. Ancak sıkıntılarımızı bu şekilde etik ve ahlaki olmayan durumlarla çözemeyiz.
          Oyuncular çeşitli nedenlerle takım değiştirmek isteyebiliyorlar. Özellikle bu durumları alt seviyelerde hep birlikte yaşamaktayız. Bizlere de bir çok oyuncu bizimle çalışmak istediklerini iletiyorlar. Bizler de oyunculara gidip ilk önce kulübü ile konuşmasını izin aldığı takdirde bizlerde o kulüp yöneticileri ile görüşüp eğer şartlarımız uygun olursa kendisini alabileceğimizi söylüyoruz. Oyuncuyu elinde bulunduran kulüp oyuncu için bizlerden karşılık olarak para, başka bir oyuncu ile takas veya kulüplerin ikili ilişkilerinden dolayı serbest şekilde bonservislerini verme olayları olabiliyor. Bunlar sporun içerisinde olması gerekenlerdir. Ancak özellikle alt yapılarda oynayan sporcuya bir kulüp para teklifinde bulunuyorsa ve kulübü ile anlaşma yoluna gidilmiyorsa sporcunun ailesi ile kulüp idarecileri karşı karşıya kalıp olumsuz olaylar ortaya çıkabiliyor. Bu olay da etik ve ahlaki olmayan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
          Spor ahlakının sosyal ve ekonomik hatta politik ilişkilerin bütünü olup toplumsal değerlerin göstergesi olduğu biliniyor. Spor ahlakı; sporun içerisinde olan sporcu, antrenör ve yöneticilerin rakibine ve kendisine olan saygısının ifadesi ayni zamanda sportmenlik (fair play), sağlığa, birlik ve beraberliğe, kardeşliğe, dostluğa dayanan insani değerlerdir.
          Spor müsabakaları adilane bir biçimde oynanmalı ve toplumsal değerlere saygılı olunmalıdır. Rakibe etik olmayacak şekilde zarar vermemek, rakibi oyunun bir ortağı olarak görmek ve saygılı olmak gerekir. Spor ahlakında toplumsal değerler inceleniyor. Sporun
kalitesini, sporun kendi kuralları da toplumun değer yargıları oluşturuyor. Sporun kuralları toplumsal değerlerin dışında düşünülemez.
          Çocuklara ve gençlere ahlaklı olmayı öğreten biz antrenörler ve yöneticilerin, kazanma hırsımızı bırakıp ahlaklı olmayı ve etik kurallarına uymamız gerekiyor. Sizce yanılıyor muyum?
             
“Bir milletin ahlakı dişleri gibidir Çürüdüğü nisbette acısını hisseder Bernard Shaw               


Saygı ve basketbolla kalın.

Tahir Soyer
20/06/2012

Engellerin engelleyemedikleri!

          Ne zamandan beridir köşemde sizlerle paylaşmak istediğim ama bir türlü fırsatını bulamadığım, tamda şimdi zamanı geldi diye düşündüğüm yazımı paylaşmak istiyorum. Geçen sene eylül ayında zihinsel engelli çocuklara bir nefes olma fikirleriyle Neslihan Başaran Aktay ve Figen İnan hanımefendilerin “Düşüme Engel Olma” belgeseline davetli olarak katılmıştım. Daha sonra da kasım ayında Cumhurbaşkanlığı Sarayında Cumhurbaşkanımız Dr. Derviş Eroğlu’nun eşi Meral Eroğlu himayelerinde yine bu hanımefendilerin organizesi olan “200 Yıldız Doğuyor” projelerinde, Cumhurbaşkanlığı Sarayının bahçesinde portatif pota kurulmuş ve engelli çocuklarımıza basket attırmıştık. Yıllardır spor ile iç içe olan ve sürekli çocuklarla beraber mutlu olmamdan dolayı, o gün zihinsel engelli çocuklarla onların attıkları her basketten sonra mutlu olmalarını yaşamak beni daha da mutlu etmişti.
          Spor kişiye kendine ve tüm insanlara saygı, disiplin, yarışmacı ruh, sosyal çevre ve dostluk sağlıyor. Spor ile kişinin sağlığı, fiziksel gücü, dayanaklılığı ve psikolojik olarak iyi olma halinin arttığını hepimiz biliyoruz. Bundan dolayı engelli insanlarımızın için de sporun ne kadar yararlı olduğunu anlamamız gerekiyor. Spor engellilerin tedavisinde (fiziksel ve zihinsel), sosyal yaşam olarak, ruhsal yararlarının olduğu da ayrıca biliniyor. Tüm dünyada engelliler için federasyonlar, avrupa ve dünya şampiyonaları hatta “paralimpik” adını verdikleri engelliler olimpiyatları bulunuyor.
          Engelli insanlar için dünyada ciddi anlamda sportif çalışmaların 1 şubat 1945 yılında başladığı kabul ediliyor. İngiltere’de Londra’nın 70 kilometre mesafedeki Aylesbury kentinde Stoke Mandeville Rehabilitasyon Merkezinde Dr. Ludwig Guttmann tarafından II. Dünya Savaşında şarapnel parçaları ile çeşitli şekillerde yaralanmış parapleji (Vücudun iki yanının felcidir. Genellikle, belden aşağı, iki bacakta birden görülür. Parapleji, genellikle omurilik hastalığı sonucu oluşur.) hastalarının rehabilitasyonu için spor kullanılmaya başlanmıştır. Dr. Gutmann ilk olarak okçuluk, bowling, bilardo ve masa tenisini kullanmaya başlamıştır. Daha sonra bu olayı takım sporlarına taşıyan Dr. Gutmann tekerlekli sandalye ile önce polo sonra da basketbol oyunlarını kullanmaya başlamıştır. Kısa bir süre sonra diğer spor dalları günümüze kadar olaya katılmıştır. 1960 yılındaki Roma Olimpiyat Oyunları sonrasında I. Paralimpik oyunları 21 ülkeden 400 sporcu ve 300 idarecinin katılımı ile gerçekleşmiştir.
Tolga Murat Balıkçı: Dünya Vücut Geliştirme Şampiyonasında “Engelli Sporcu” kategorisinde dünya şampiyonu olmuş bir sporcu.
Mustafa Dinleyici: Dünya Bedensel Engelliler Bilek Güreşi Şampiyonasında sağ kollar kategorisinde Dünya Şampiyonu, sol kollar kategorisinde ise dünya üçüncüsü elde ederek madalya kazanmış bir sporcu.
Hamide Kurt ve Zübeyde Süpürgeci: 52 yıllık Paralimpik Olimpiyatları tarihinde Türkiye’den ilk katılma hakkını elde eden iki engelli atlet oldular. Her iki sporcu Tunus’da düzenlenen Uluslararası Bedensel Engelliler Atletizm Oyunlarında altın madalya kazandılar. Hamide Kurt 400 metre şampiyonu, Zübeyde Süpürgeci 100 metre şampiyonu olmuşlardır.
Osman Yüksel: Tekerlekli Sandalye basketbolu (Türkiye Ümit Milli), badminton (Tek erkekler Türkiye şampiyonu), Oturarak Voleybol (Türkiye A Milli) oynayan ve yarışan bir sporcu.
Bakın Osman Yüksel duygularını nasıl dile getirmiştir. “ Sporla tanıştıktan sonra engelimi daha çabul aştım. Engelimle şaka yapmaya başladım. Sosyal çevrem gelişti, arkadaşlarımla daha iyi ilişki kurdum. Spor benim ufkumu genişletti. Özgüvenimi, yeni branşları yapma isteğimi artırdı.”
          Galatasaray Tekerlekli Basketbol Takımının da dünya çapındaki başarılarını, KKTCELL Tekerlekli Basketbol Takımımızın da başarılarını hepimiz biliyoruz. Bu örnekler daha da çoğaltılabiliyor. Sözün özü ise engellilerin destek verildiğinde neler yapılabileceğini bize gösteriyor. Bizler de ülke olarak daha çok engelli arkadaşımıza destek çıkıp onların başarılarıyla söz etmek istiyoruz. Artık bu ülkede bazı şeylerin değişmesi için hepimizin çaba göstermesi gerekiyor.
          Engelli vatandaşların varlığı bir yük ve eziyet olmamalıdır. İnsan olarak bizlerin istediği değere ve öneme onlarda haizdir. Engellilerin psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını göz önüne almamız gerekiyor. Engellilerin sayısal olarak az olması bu gibi hizmet ve tedbirlerin alınmaması anlamına gelmiyor. Onların varlığı ve korunması tüm toplum kesimlerinin görevidir.
“Başıma gelenleri benimsiyorum, seviyorum. Zira Allah’ın benim için istediği şey benim kendim için istediğimden daha iyidir.” (Epiktetos)

Saygı ve basketbolla kalın.

Tahir Soyer

09/05/2012

Eğitim bu şekilde mi olmalı?

          Eğitim sistemini veya müfredatını eleştirmek ve hakkında yorum yapmak, tüm mesleklere saygı duyan, konusunda uzmanlaşmış kişilerin mesleklerini icra ettiğine inandığımdan bana düşmüyor. Kızımın dersleri ile ilgilenen bir veli olarak, ayrıca sporcularımla veya aileleri ile de çocukların dersleri hakkında sürekli bilgi alışverişinde bulunuyorum. Bu muhabbetler ve sporcularımla ilgilendiğimde görmüş olduğum bazı yanlışlıkları sizinle paylaşmak, ayni zamanda sizin takdirinize sunmak istiyorum.

          Esas anlatmak istediğim olayı bu yıl sporcularımızla yaptığımız Kış Basketbol Kampı’nda yaşadım. Bu olayı yazıp yazmama arasında duruyor, kararsız kalıyordum. Kısa süre önce bir arkadaşımla çocuğunun eğitimi ile alakalı konuştuktan sonra bu konuyu yazma kararını aldım. Arkadaşımla muhabbetimiz, oğlunun nasıl olduğu, sosyal aktiviteleri, spor ve eğitimi üzerine devam ediyordu. Konu eğitimle devam ederken laf arasında oğlunun Hayat Bilgisi dersinde “Kadının seçme ve seçilme hakkını” öğrendiklerini duyunca şok oldum. Şok olmamın esas sebebi çocuğun sadece 7 yaşında ve ilkokul 2. sınıf olması oluyordu.

          Gelelim bu yıl sporcularla yapmış olduğumuz “Kış Basketbol Kampında” yaşadığımız olaya. Kampa katılan sporcularımız 7-15 yaş aralığında bulunuyordu. Bizler yaptığımız bu gibi kampları, çocuklarımızın spor eğitimi yanında, genel kültürlerini artırmak ayni zamanda da davranış eğitimlerini geliştirmek üzere planlıyoruz.

          Çocuklarımızla birinci gün yapmış olduğumuz antrenmandan sonra ilk kültür gezimiz “Karaoğlanoğlu Müzesi” oldu. Müzeyi gezerken antrenörler olarak bizler de çocuklarımıza müze hakkında bilgiler veriyorduk. Müze içerisinde bulunan resimler, elbiseler, tüfekler ve bunlara benzer şeyleri çocuklar ilgi ile izliyor, kimisi ise resim çekiyordu. Çocuklarımıza “Mücahit” kelimesinin ne demek olduğunu anlamını bilen var mı? diye sordum. Maalesef mücahitin ne demek olduğunu bilen 17 çocuğumuzdan hiçbiri olmadı.

          Çocuklarımızın Yüce Atatürk'ün yaptığı devrimleri, insanlığa kazandırdığı yenilikleri öğreniyor olması ve öğrenmesi gerekliliğini sonuna kadar savunuyorum. Ancak bu öğrenme yaşının biraz daha yükseltilmesi taraftarıyım. Mücahit’in ne anlama geldiğini muhakkak öğretmenlerimiz öğretiyor. Eğitim müfredatında da olduğunu düşünüyorum. Ancak demek ki bu öğretilenlerin daha yararlı olması için daha farklı öğretim modelleri geliştirilmesi gerekiyor. Yüce Atatürk’ün devrimlerini de ezberden çıkartılıp farklı öğretim modelleriyle öğretilmesi ileride yetişen çocuklarımızın aklında daha fazla yer edineceğini tahmin ediyorum.
          Konu ile ilgili Dr. Hüsnü Feridun’un Kıbrıs Türk Eğitim Tarihinden “Bir Ömür” isimli kitabında bahsettiği bir paragrafı sizlerle paylaşmak istiyorum. “Hasan İzzet Efendinin, bir yıl, öğrencilerinin tümünü (hepsi 50-60 civarında) üç defa, (Eylül, Aralık ve Mart aylarında) güneş doğmadan Trodos silsilesinin görebildiği köyün en yüksek noktası olan “lambasuyulular” tepesine götürerek güneşin yıl boyunca silsile üzerinde değişen doğuş noktalarını kağıt üzerine çizimle tespit ettirerek mevsimlerin oluşumunu (dönenceler) anlatışını hala takdirle yad ediyorum.”
          Sonuç olarak eğitim aileden başlayıp, okulda devam ediyor. Çocuklarımızın doğru sosyal aktiviteler ve spor eğitimi ile de pekişiyor. Çocuklarımız bizim geleceğimiz diyoruz. O zaman hep birlikte doğru öğretim modelleri ile onlara sahip çıkalım, gelecek nesillerin doğru yolda yetişmelerini sağlayalım…
“Eğitim, öğrenilen her şey unutulduktan sonra geriye kalandır.” B.F Skinner


Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer
13/12/2012

Dünyada ve KKTC'de Kadın Basketbolu

          Kadınlar hayatın birçok alanında başarılarıyla toplumun takdirini toplayıp, isimlerini altın harflerle tarih sayfalarına yazdırıyorlar. Geçtiğimiz günlerde kutlanan kadınlar gününü sembolik sözlerle geçiştirmek yerine onların basketbol sporuna katkılarını sizlerle paylaşarak dünyamıza kattıkları değerlerden bir örnek vermek istedim. Bu haftaki köşe yazımda Dünya’daki kadın basketbolu ve kadın basketbolcularla ilgili yapmış olduğum araştırmayı paylaşmak istiyorum.
          Basketbol ABD'nin Massachumetss eyaletinde Springfield Genç Erkekler Hıristiyan Birliği (YMC) Eğitim Okulu'nda beden eğitimi öğretmeni olan Dr. James Naismith tarafından 1891'de oynatılmıştır. Erkekler tarafından oynanan bu oyunun bulunuşunun hemen ardından 1892 yılında Smith Kolej’de beden eğitimi öğretmeni olan Senda Berenson tarafından (Naismith kuralları değiştirilerek) kadınlara uyarlanarak oynatılmaya başlamıştır. Dr James Nasmith’e Basketbolun babası denilirken Senda Berenson’a da “basketbolun anası” denilmektedir. Ayni yıl içerisinde fiziksel bir eğitimci olan Clara Greogory Baer, Mount Holyoke ve Sophie Newcomb kolejinde kadınlar basketbolu oynatılmıştır. 21/03/1893 yılında Senda Berenson Smith Kolejinde sınıflar arası basketbol müsabakaları düzenlemiştir. 1895 yılına kadar kadınlar basketbolu tüm üniversitelere yayılmıştır. 04/04/1896 tarihinde ilk üniversiteler arası basketbol Californiya ve Stanford arasında oynanmıştır. Bu maçı Stanford 2-1 kazanmıştır. Bu maçta Bayan Clark Stanford adına ilk sayıyı atmıştır. Californiya’dan Bayan Katherina Jones ikinci sayıyı atmıştır. Maç berabere tamamlandıktan sonra Stanford’dan Bayan Tucker takımı adına ikinci sayıyı atıp maç bu şekilde sonuçlanmıştır.
          İlk Kadınlar Basketbol Avrupa şampiyonası 12/10/1938 yılında İtalya’da düzenlenmiştir. Bu şampiyona da İtalya şampiyon olurken ikinciliği Litvanya üçüncülüğü ise Polonya kazanmıştır. Avrupa şampiyonalarında Sovyetler Birliği 21 kez Avrupa şampiyonu olurken, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra da Rusya 3 kez Avrupa Şampiyonu olmuştur. Kadınlar Avrupa Basketbol Şampiyonalarında 3 kadın basketbolcu değişik yıllarda üçer kez en skorer oyuncu olmuşlardır. Yugoslovya’dan Marija Veger Densor, yine Yugoslavya’dan Jasmina Prazic ve Polonya’dan Malgorzata Teresa Dydek
          1949 yılında dünyaca ünlü Texas Cowgirls bayan takımı 1977 yılına kadar erkek rakiplere karşı erkek kurallarıyla basketbol oynamışlardır.
          İlk Kadınlar Basketbol Dünya Şampiyonası 07/03/1953 yılında Şili’de düzenlenmiştir. Bu şampiyonda Amerika Birleşik Devletleri şampiyon olurken ikinciliği Şili üçüncülüğü ise Fransa kazanmıştır. Kadınlar Dünya Şampiyonasında ilk en skorer oyuncu Fransa’dan Anne Marie Golchen olmuştur. Kadınlar Dünya Şampiyonalarında Brezilyalı Hortencia F. Marcari (79-83-90-94 yıllarında) 4 kez en skorer oyuncu olarak tarihe geçmiştir. Kadınlar Dünya Şampiyonalarında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında büyük çekişmeler yaşanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri 8 kez Dünya şampiyonu olurken, Sovyetler Birliği ise 6 kez bu şampiyonluğu elde etmiştir.
          İlk Kadınlar Basketbol Olimpiyatları 18/07/1976 yılında Montreal Kanada’da düzenlendiği zaman oynanmaya başlanmıştır. İlk kadın Olimpiyat Şampiyonasını Sovyetler Birliği şampiyon olurken ikinciliği Amerika Birleşik Devletleri üçüncülüğü ise Bulgaristan kazanmıştır. 2008 yılına kadar 10 kez düzenlenen Olimpiyatlarda Amerika Birleşik Devletleri Kadın basketbol takımı 6 kez bu şampiyonluğu elde etmiştir.  
          Türkiye’de 1950’li yılların ilk yarısında önce Fenerbahçe ve Galatasaray, sonrasında Beşiktaş ve Kadıköyspor liselerle anlaşmalı olarak kız basketbol takımlarını kurmasıyla kadınlar arası basketbol faaliyetleri başlamıştır. İlk İstanbul ligi 1954-1955 sezonunda düzenlenmiş ve Fenerbahçe en güçlü rakibi Galatasaray’ı 07/05/1955 günü 22-17 yenerek şampiyon olmuştur. Şampiyon olan Fenerbahçe Çamlıca Kız Lisesi ile yaptığı iş birliği sonucu takımını oluşturmuştur. Şampiyon olan Fenerbahçe'nin takım kaptanlığını Kıbrıslı Türk olan Dr. Ayten Salih (Berkalp) yapmaktaydı. Dr. Ayten Berkalp aynı zamanda ferdi sayı rekortmenliğine de sahip oldu.Türkiye Kadınlar Basketbol Şampiyonaları ise 1956-1980 tarihleri arasında düzenlenmiştir. Türkiye Kadınlar Basketbol Ligleri ilk olarak 1980-1981 sezonunda yapılmıştır. Düzenlenen ligde ODTÜ ilk şampiyonluğu kazanmıştır.
          Kıbrıs’ta kadın basketbolu ilk olarak tam anlamıyla liselerde 1954-1955 yıllarında oynatılmaya başlanmıştır. İlk liselerarası karşılaşmalar 1957-1958 yılları arasında olmuştur. Kıbrıs Basketbol Federasyonu kurulmadan önce Kıbrıs Kadın basketbol karması Ankara DSİ takımıyla dostluk maçı yapmıştır. Bu maçta kadın takımın antrenörü yine bir kadın sporcumuz Cüferiye Cüfer idi. 1980 yılında Kıbrıs Basketbol ligi kurulmadan önce Adanaspor ile yapılan iki maçta da Cüferiye Cüfer kadın takımının başında sahaya çıktı. 1980'de Kıbrıs Basketbol Federasyonunun kurulmasından sonra kadınlar arası mücadeleler başlamıştır. 1983 yılında lig düzenlenmiştir. İlk şampiyon bayanlarda Çetinkaya olmuştur. Hazırlamakta olduğum kitabımda Kıbrıs Basketbolu ile ilgili daha fazla bilgiyi önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağım.

Nancy Lieberman “Lady Magic”: NBA çatısı altında bir erkek takımını çalıştıran ilk kadın antrenör. Lieberman ayrıca profosyonel bir erkek liginde oynayan ilk kadın basketbolcu.

Ann Elizabeth Meyers: Meyers lise öğrencisiyken ABD milli takımına seçilen ilk kadın basketbolcudur. Meyers NBA takımıyla sözleşme imzalayan tek kadın basketbolcuydu. İndiana Pacers 1979 yılında. Üniversite için 4 yıllık bir spor bursu hazırlayan ikinci kadın oldu.    

Hayatın her alanında üretkenlikleri, becerileri ve yaşantımıza yaptıkları katkıları nedeniyle tüm kadınlarımıza dünyamızı güzelleştirdikleri için bir kez daha teşekkür ediyoruz.

Saygı ve basketbolla kalın.

Tahir Soyer

19/03/2012

Drankoreksiya diye bişey!

          Obezitenin ne olduğu herkes tarafından biliniyor. Önemini belirtmek, ayrıca bazı örnekler vererek,  konunun üzerindeki hassasiyeti etrafınızla paylaşmak için iki hafta önce sizlerle “Obeziteye karşı savaş açalım” isimli bir köşe yazısı yazmıştım. Bu haftaki köşe yazımda belki de çok adını duymadığımız veya ne olduğunu bilmediğimiz “Drankoreksiya” konusunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
          Obezite aşırı kilolu insanların yakalandığı hastalık olmasına karşın, Drankoreksiya ise daha zayıf kalmak isteyen kadınların yemek öğünü yerine “alkol alarak zayıflama” olarak karşımıza çıkıyor. Bu hastalıkta kişiler hiçbir şey yemeyip bir-iki kadeh alköllü içki ile kilo almamayı zayıf kalmayı düşünen insanların hastalığı oluyor.
          Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da ilk olarak fark edilen ve şimdilerde tüm Dünyayı saran bu hastalığın ismi tıbbi olmamasına rağmen uzmanlar tarafından “Drunkorexsia” olarak adlandırılıyor. Anoreksiya Nerzova ( Özellikle genç kadınlarda görülebilen, yemek yememek, çok az uyumak, buna rağmen çok aktif olmakla beliren psikolojik bozukluk.) ve alkol bağımlılığının bileşimi olarak gösteriliyor.
          Kişilerin normal kilosunu kabul etmemesi, kilo almaktan ve şişmanlamaktan aşırı korku duyması sonucu ortaya çıkan Anoreksiya hastaları özellikle alkol almaktan kaçınsalar da yeni ortaya çıkan Drankoreksiya olarak isimlendirilen bu hastalıkta insanlar alkol alıyorlar. Tabii ki sürekli alkol alan kişileri de ne gibi tehlikelerin beklediği açıkça ortada. Özellikle genç kadınların sosyalleşme adına girdiği bu ortamlarda almış olduğu alkol ile ne gibi olaylara da maruz kalacağını düşünmek bile istemiyorum.
          Mezura Sağlıklı Beslenme Danışmanlık Hizmetlerinden Uzman Psikolog Tracy Kazmirci’nin Drankoreksiya hakkındaki söylemlerinden bir paragrafı sizlerle paylaşmak istiyorum. “ Yeme bozuklukları çocuklarda, erkeklerde ve daha ileri yaşlarda da görülebiliyor. Ancak genç kadınlarda daha çok görülmesinin nedenleri arasında beden imajının önemli olması, kendine duyulan güven, saygı ve sevginin giderek daha çok dış görünümle bağdaştırılması, medyanın etkisiyle zayıflığa özenilmesi ve toplum beklentilerinin yarattığı baskılar sayılabilir.”
          Bir spor adamı olarak bunun tıbbi açıklamalarını yapmak bana düşmüyor. Ancak olayın bilinmesi, bunun farkına varılmasını, ileride bu gibi durumlarla karşılaşırsak gerekli tıbbi ve psikolojik tedaviyi almamız gerekiyor. Uzmanlar bu ve buna benzer konularda her zaman bizleri bilgilendiriyor. Yine de bu konu hakkında bilgilendirme yapacaklarını düşünüyorum.
          Sporun insan sağlığı üzerindeki fiziksel ve psikolojik tedavisinin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Bizler ülkemizdeki çocuklarımızın küçük yaşlardan spora yönlendirmeye çalışmalıyız. Daha büyük yaşlarda çok ender kişiler sporla tanışabiliyor ve sporun farkını anlayıp yapıyor. Bugün şişmanlık ile alakalı veya başka problemler ile ilgili uzmanların (Çocuk Doktoru, Spor Hekimi, Pedagog, vb.), çocuklarımızın sağlıklı gelişimi ve onların kötü alışkanlıklarından uzak tutmak için en güçlü önerisi daima bir spor branşı ile uğraşmalarının sağlanması yönünde oluyor.
          Daha önce yazmış olduğum bir yazımı tekrardan buradan hatırlatmak istiyorum. Spor, çocuklarımızın sporcu gibi disiplinli bir hayat yaşamaları için onlara verilecek beslenme, davranış ve genel kültür dersleridir. Spor ile sadece beden sağlığı değil, ruh sağlığı da dengeleniyor. Spor yapanların daha sağlıklı, daha hareketli ve daha bilinçli olduğu bilindiğine göre sporun yaygınlaştırılması genel toplum sağlığının dolayısıyla genel nüfusun içerisinde sağlıklı insan yapısının artmasını sağlayacaktır.
Herkes sadece anladığı konuda konuşsaydı sessizlik dayanılmaz olurdu. Anonim

Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer
27/09/2012