15 Nisan 2015 Çarşamba

Zamansız ayrılık!

          Sizlerden “Ayrılık zamanı!” isimli köşe yazımdan sonra yaklaşık 45 gündür ayrı kalmış bulunuyorum. Bazı zamanlar bireylerin üzgün, mutsuz, huzursuz, hayata küskün veya başka değişik olaylarla yaşamaya çalıştığı zamanlar olabiliyor. Kendi adıma ben de bazı olayların verdiği sebeplerle psikolojim bozuk bir şekilde hayattan, yaptığım işlerden zevk almadan yaşamımı sürdürmeye çalıştım. Okuyan, araştıran ve bilgilerimi, görüşlerimi paylaşan bir spor adamı olarak, sporun psikolojik tedavi edici olduğunu bildiğimden, yazılarımı, diğer yaptığım işlerime ara verip sadece antrenörlükle, spor ile ilgilendim ve kendimi toparladığımı düşünüyorum.

          Son yazdığım yazımdan sonra bunun benim için erken bir ayrılık olacağını, ülkemdeki birçok gence, çocuğa ve topluma yazılarımla güzel mesajlar verebileceğimi de çok düşündüm. Ayrılık zamanının da erken olduğunu düşündüm. Tam bu konular hep aklımdayken ve yazmayı düşünüyorken, Genç Bayanlar antrenmanından çıkıp Büyük Erkekler antrenmanına giderken bir arabanın arkasında “Zamansız ayrılık” yazısını gördüm ve tam da bu yazının bana uygun olduğunu düşünüp, sizlerden ayrıldıktan sonra bu yazıyla sizlerle birlikte olmaya karar verdim.   

          İnsanlar mutlu olduğu şeyleri yaptığı zaman hayata sımsıkı ve sağlıklı bir şekilde sarılabiliyorlar. Kimi insan kitap okuyarak, balık avlayarak, spor salonuna giderek, yazı veya şiir yazarak, herhangi bir müzik aleti çalarak, resim yaparak veya anacığım gibi tarlaya gidip uğraşarak mutlu olabiliyorlar. Bence insanoğlunun hayatı boyunca en fazla istediği şey mutlu olmaktır ve mutluluğu aramak için çaba gösterdiklerine inanıyorum.

          Bizce mutluluk nedir? Bu herkese göre değişim gösteriyor. Düşünün ki sizi mutlu eden bir şeyin artık hayatınızda olmadığını, yani eskiden sahip olduğunuz veya yapmaktan hoşlandığınız bir şeyi artık yapamıyorsunuz, işte bu sizin mutsuzluğunuz oluyor. Ben de sahip olduğum ve kaybettiğim şeyler yüzünden mutsuz oldum ve hayattan uzaklaştım. Bulaşıcı bir hastalık gibi yakamı bırakmadı.

          Mutsuzluk sayesinde uyku sorunları, yorgunluk yakınmaları, çarpıntı atakları, mide-bağırsak spazmları, kas ve eklem ağrıları, göğüs sıkışmaları ve nefessiz kalmalar, kırgınlık ve alınganlıkların, hiddet ya da öfke patlamalarına kapılmanın, eş-dosta, işimize, arkadaşlarımıza bile güvensizlik duymalarımızın, endişe ve korkularımızın arkasında çoğu kez mutsuzluk sorunu yattığı açıklanıyor.

          Spor sayesinde fiziksel ve psikolojik olarak kişilerin kendini toparlayabileceğini sizlerle daha önce paylaştım. Ben de kendimi spora vererek mutsuzluklarımdan arınmaya çalıştım. Spor sayesinde mutsuzluğun yarattığı sorunlardan çok az etkilenip fiziksel ve zihinsel olarak daha da güçlü bir şekilde dönmüş bulunuyorum. Bazı şeyler içinizde yara olarak kalabiliyorsa, hayat boyu unutmayacak oluyorsanız da bunu kafanızda sonlandırıp yeni bir başlangıç yapmanız gerekiyor. Tıpkı biz sporcuların bir maçı kaybettiğimizde “Önümüzdeki maçlara bakacağız, iyi hazırlanıp diğer maçlarımızı kazanmak için daha fazla çalışmalıyız.” dediğimiz gibi…  

“Hiç kimse geriye gidip yeni bir başlangıç yapamaz ama, bugün yeni bir son yapıp yeniden başlayabilir.” M. Robinson

Saygı ve basketbolla kalın.


Tahir Soyer
22/11/2012

Zaman yönetimi!

          Geçenlerde çok sevdiğim ve değer verdiğim bir arkadaşımla telefonda konuşuyordum. Konu konuyu açıp güzelce sohbete devam ediyorduk. Sohbet sırasında, ne kadar çok yoğun olduğunu ve bir sonraki gün bile neler yapacağını veya ne gibi gelişmeler olabileceğini bilemediğini söylüyordu. Evet hiçbirimiz bırakın yarını, bir saat sonra hayatımızda ne gibi gelişmeler olabileceğini bilemiyoruz. Fakat günümüzü programlamayı, zamanımızı yönetmeyi becerebildiğimiz gün boyunca daha verimli olabiliyor ve yerine getirmek zorunda olduğumuz sorumlulukları bitirebiliyoruz.
          Mevkimiz, zenginlik veya fakirliğimiz, yaşımız, fiziksel görüntümüz, kişiliğimiz, kısaca ne olursak olalım, dünyada her bir bireye zaman eşit şekilde verilmiştir. Herkesin günde 24 saati, haftada 7 günü ve yılda 365 günü vardır. Ortalama olarak ülkemizde bir kişinin ebediyete göçüşünü ise 70 yıl olarak kabul edersek aslında zamanın ne kadar değerli olduğunu bilmemiz gerekiyor.
          Hiçbir kimse mutsuz, huzursuz ve başarısız olmak için yaşamıyor. Ancak kişilerin bunu gerçekleştirebilmesi için zihinsel, fiziksel, duygusal ve maddi açıdan dengede olması da gerekiyor. Bunlardan herhangi birini uzun süre gerçekleştiremediğimiz zaman kendimiz olamıyoruz. Bunları gerçekleştirmek için de zamanımızı yönetmemiz gerektiğine inanıyorum.
          Zaman yönetimi; üreticiliği ve verimliliği arttırmak amaçlı olarak, belirli aktiviteler üzerinde harcanan zamanı bilinçli bir şekilde kontrol etme yöntemidir. Zaman yönetimi, belirli görevleri, projeleri bitirirken kullanılan çeşitli beceriler, araçlar ve teknikler ile desteklenebilir. Bu beceri, araç ve teknikler; planlama, dağıtma, hedef belirleme, yetkilendirme, zaman analizi, gözlemleme, tertipleme, zamanlama ve önceliklendirme ve benzerlerini içerir. Önceleri, zaman yönetimi sadece iş ve çalışma etkinlikleri için kullanılırken, sonraları kişisel aktiviteler için de kullanılmaya başlanmıştır. Bir zaman yönetimi sistemi; proseslerin, araçların, tekniklerin ve metotların tasarımlı bileşimidir. Zaman yönetimi genel olarak proje geliştirmede bir gerekliliktir, zaman yönetimi projenin tamamlanma zamanını ve ölçeğini belirler, diye açıklanıyor.
          Yaşamımızda olduğu gibi sporda da mutlu, huzurlu ve başarılı olmayı hepimiz istiyoruz. Sporda başarılı olunca mutluluk ve huzuru da yakalayacağımızı biliyoruz. Çocuklar ve gençler için eğitimin her zaman birinci sırada olduğu gerçeğini hepimiz biliyoruz. Sporcu çocuk veya gençlerin eğitimleri için gerekli olan okul ve dershanelerin dışında kalan zamanlarını spora yeterince harcayabiliyorlar mı? Yoksa o zamanı yaratamayıp yetersiz kaldıklarında da spordan soğuyabiliyorlar mı? İşte bu soruların cevaplarını bulabilmek için küçüklükten çocuklarımıza veya gençlerimize zaman yönetimini öğretmemiz gerekiyor.
          Her zaman söylediğim gibi bir şeyi her şeyden çok ne kadar istiyoruz? Bu her şeyden çok istediğimiz şey için nelerden vazgeçebiliyoruz? Kendinize de sormanız ve cevap vermeniz gerekiyor sporu herşeyden ne kadar çok istiyor, onun için nelerden vazgeçebiliyorsunuz diye. Sporun rekabetçi, yarışmacı ruhu gereği, ilk önce takım arkadaşlarımızla sonrasında ise rakip takımda bulunan arkadaşlarımızla rekabete ve yarışmaya giriyoruz. Hepimizin de yukarıda bahsettiğim gibi bir günde 24 saatimiz olduğuna göre zamanımızı çok iyi yönetmemiz gerekiyor.
          Bulunduğunuz ligin seviyesine göre haftada 2, 3 veya daha fazla gün tek veya çift idman yapabiliyorsunuz. Aldığınız eğitim seviyesine göre arkadaşlarınızdan daha az idman yapma şansınız olabiliyor. Eğitimden sonra kalan zamanınız içerisinde antrenman yoksa veya saati size denk gelmemişse zamanınızı iyi yönetip kendi gelişiminiz ve rekabet düzeyiniz artması için eksikleriniz neler ise o ölçüde çalışıp kendinizi geliştirebilirsiniz. Takım veya rakip takım arkadaşlarınız ile ayni şartlara sahip olsanız bile, onlardan daha iyi ve başarılı olmak istiyorsanız zaman yönetimini iyi yapıp ekstra antrenmanlar yapıp kendinizi geliştirmeniz gerekiyor. Ancak herşeyi yapmaya çalışırsanız ve bu herşeyi yaparken de boşa zaman harcıyorsanız istediğiniz şey olan sporda başarılı olmanız ne kadar yetenekli olsanız bile ertelenecektir. Zaman yönetimini iyi yaparken de spor için gerekli olan uyku, düzenli beslenme ve yaşam için kaliteli zaman geçirmeyi alışkanlık haline getiriniz...  
“Kendinize değer verdiğiniz ölçüde, zamanınıza da değer veriniz...” Tahir Soyer         
Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

01/08/2013

Yarıyıl tatili!

          Geçen hafta içerisinde okullarda karneler dağıtıldı ve öğrenciler yarıyıl tatiline girdiler. Kimi çocuklarımız derslerinde düşük not alıp kendilerini de, sevdiklerini de üzmüş bulunuyorlar. Dersleri iyi olan, sınıfını başarıyla geçen veya notları iyi gelen öğrenciler, bunun karşılığında sevenlerinden ödül aldılar. Sporcularımın bir kısmı derslerinde başarılı oluyorken, bazı sporcularımın ise düşük not aldığını üzülerek öğrenmiş bulunuyorum.  
          Bunun sonucunda bazı ailelerin sporcularımızı almış oldukları kırık notlardan ötürü cezalandırma yoluna gitmiş olduklarını görüyorum. Daha önceki yazılarımda vurguladığım gibi, bu ilk başta spora karşı uygulanıyor ve beni bayağı üzüyor. Çocuklarımız matematik, Türkçe, İngilizce, fen vb. gibi derslerde zorlanıyor olabilirler, fakat bu durum onların yeterince akıllı olmadıklarını göstermiyor. Bu çocuklarımızın başka alanlara (spor, müzik, resim, doğa bilimleri vb.) eğilimi olabileceğini düşünmemiz gerekiyor.  
          Uzmanlar “Karneler geldiğinde anne ve babalar çocuklarını zayıf notlardan dolayı eleştirmemeli, aşağılamamalı. Başarısızlığın kaynağını bulmaya çalışıp, başarıyı artırıcı önlemleri hep birlikte almalılar.” diyor. Düşük not alan çocuklarımızı arkadaşları ile asla kıyaslamamız gerektiğini de yıllarca duyuyoruz. Çocuklarımızı tenkit etmemeye, onların en sevdiği şeylerden uzaklaştırmamaya özen göstermeliyiz. Karnelerindeki notlar ne olursa olsun, onlara bizim için ne kadar önemli olduklarını hissettirmeliyiz. Bunu yapamazsak bozulan çocuk-aile ilişkisi ve zarar gören sevgi daha zor telafi ediliyor, belki de edilemiyor.
          Peki bizlerin hiç mi suçu yok çocuklarımız karnelerinde kırıklar getirdiği zaman? Hep diyoruz ki “Ben özel derse gönderdim, oturup onunla çalıştım ama konular bizim zamanımızdaki gibi değil” veya savunma mekanizması geliştirip kendimizi haklı çıkarmaya çalışıyoruz. Çocuklarımızın içinde yetiştiği ortamdan etkilenip, alışkanlıkları, okulu önemsemesi, sorumluluklarının farkında olması üzerinde büyük etkisi vardır. Evinizde boş oturup bütün gün TV izliyor, arkadaşlarınızla kahve içiyor, elinizde telefonlar veya tabletlerle bir şeyler yapıyor, kısaca çocuğunuzla ilgilenmeyip başka şeylerle uğraşıyorsanız, çocuğunuzun da odasında ders çalışmasını beklemek hayalcilik oluyor.
          Yıllardır mesleğin içerisinde deyim yerindeyse çocuk sarrafı olduk. Karne zamanı geldiğinde sporcularımızın zayıf veya iyi not aldıklarını gözlemleyebiliyoruz. Notları iyi olan sporcularımız, sabırsızlıkla karne gününü bekliyorken, zayıf not sorunu yaşayan sporcularımız için sıkıntı ve stres yüklü günler olarak karşımıza çıkıyor. Notları zayıf olan sporcu öğrencilerimizin antrenmana istekli katılmamaları, söylenilenleri yapamamaları, duymamaları, kafalarını meşgul eden bir takım şeylerin olduğunu görebiliyoruz ve anlıyoruz.
          Herkes belki profesyonel sporcu olmak için olmasa bile, sevdiği bir sporu yapmaya başlamalı diye düşünüyorum. Öğrenci sporcularımızın asla unutmamaları ve yapmaları gereken şeylerin de bulunduğunu göz ardı etmemeleri gerekiyor. Sevgi, istek, kararlılık göstererek spora başlayıp ilk adımı atıyorsunuz. Aileniz sizi spora gönderdiğinden dolayı ikinci adımı da atmış bulunuyorsunuz. Yapmanız gereken üçüncü adım ve en zor olanı ise zamanınızı çok iyi bir şekilde planlayıp, dersleriniz ile spora disiplinli bir şekilde çalışmak oluyor. Geriye dönmemek için fedakarlık yapmak zorundasınız. Kız, erkek arkadaşlarınıza veya ailenize fazla zaman ayıramayacaksınız. Kendi adınıza yapacağınız akıllı, kararlı, hırslı, disiplinli çalışma ve saygılı duruş sayesinde amaçlarınıza elbet ulaşacaksınız diye düşünüyorum.   
“Çalışma, bağlılık ve kararlılık her yerde olduğu gibi sizi sporda da başarıya götürüyor. ” Tahir Soyer
Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

07/02/2013

Yanlış uygulamaların spor üzerindeki etkileri!

          Her birey yaşamı boyunca sağlıklı, mutlu, huzurlu, keyifli bir yaşam sürdürmek istiyor. Sağlığın herkes için vazgeçilmez olduğu bir gerçek olsa da, mutlu, keyifli, huzurlu yaşamak kişilere göre değişim gösteriyor. Bunun karşılığı olarak da insanların üzüntüsü, mutsuzluğu ve keyifsizliği de farklı boyutlarda oluyor. Ülkemizde yaşanan olumsuzluklar da hepimizi farklı şekilde ve büyüklükte etkiliyor.
          Beni bir vatandaş olarak birçok olay etkiliyor, fakat ben spor adamı kimliğimi öne çıkararak, son olarak etkilendiğim olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. El-Sen sendikasının almış olduğu kararın ve uygulamanın bir çok doğrusu olmasının yanında, yanlış kararların da olduğunu söylemek istiyorum. Ev sahibi olarak bizler kullandığımız hizmetleri (elektirik, su, telefon vb.)  nasıl ödüyorsak, kurum ve kuruluşların, işletmelerin, otellerin, belediyelerin ve devlet kurumlarının da ödemesi gerekiyor. Elektirik kurumunun da almış olduğu hizmetleri (telefon, su vb.) ödemesi önem arz ediyor. Bu konular çok kısa sürede çözüme kavuşacaktır diye düşünüyorum.
          Bugün sporun bir eğitim aracı olarak çocukların ve gençlerin her yönden gelişmesinde büyük rol oynadığı biliniyor. Çocukların ve gençlerin spor yapmasını hiçbirimizin engellememesi gerekiyor. Bu yüzden spor salonlarının elektirik enerjisini kesen Elektirik Kurumunun da bu konuda yanlış yaptığını belirtmek istiyorum.
          Ülkemizde haklarımızı aramak için yaptığımız eylemlerin, grevlerin olması gerektiğini, ancak bunun çocukları, gençleri veya toplumu bire bir etkilememesi gerekir diye düşünüyorum. Spor salonunda, özellikle grup sporu (basketbol, voleybol, hentbol vb.) yapan çocuklarımızın, spor yapmasını engellemeyle çocuğun kendi yeteneklerinden haberdar olmasını ve onları başkalarının yetenekleriyle karşılaştırabilmesini önlüyor. Çocukların ve gençlerin spor sayesinde gelişen fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimini salonların elektirik enerjisini kesip önlemek bizleri ileriye taşıyamayacak diye düşünüyorum.
          Kimileri “kısa süre spor yapmayan çocuklar ve gençlere bişey olmaz” diye düşünebiliyorlar. Spora yeni başlayanların heyecanla beklediği antrenman günlerinde spor yapmaya gidememesi, onların spordan soğumasını sağlıyor. Devletin bu ve buna benzer konularda inisiyatifi ele alarak çözüm üretmesi, El-Sen sendikasının da konuya duyarlı davranıp çocukların ve gençlerin spor yapmasını engellememesi gerekiyor. Unutmayalım başarılı sporcular ve takımlar, ülkemizin tanıtımında lokomotif görevi üstleniyor. Geleceğimiz olan gençlerimizi sadece eğitmekle olmuyor, onlara düzgün ve yaşanabilir bir ortam hazırlamak gerekiyor...
 “Yarının teminatı olan çocuklarımıza yarının gözüyle bakalım ki yarınlarımız AYDINLIK olsun...” Anonim
Saygı ve basketbolla kalın.

Tahir Soyer 27/12/2012

XI. Spor şurası!

         28-30 Mayıs 2013 tarihlerinde ülkemizde XI. Spor şurası düzenlendi. Daha önce sadece basından takip ettiğim ve ilk kez katılacağım, ülkeme spor alanında düşüncelerimle katkıda bulunabileceğim bu organizasyon beni bayağı heyecanlandırmıştı. “Spor Teşkilatının Yapılandırılması” geçici komisyonunun ilk toplantısına 08 Mayıs tarihinde katıldım. Değişik Federasyonlarda görev alan arkadaşlarla 08-15 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen bu geçici komisyon toplantılarında, aslında bizlerin de yaşadığı fakat daha da değişik sorunlar olduğuna şahit olmak ve orada daha önceden de bu şuralara katılan arkadaşların “Şuralarda alınan kararlar uygulanmıyor.” cümlesi motivemi biraz düşürse de erken toparlayıp elimden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştım.
          Beden Eğitimi ve Spor Yasasının 39. Maddesinin verdiği yetkiyi kullanarak yapılan “Spor Şurası Tüzüğü” gereği; Beden Eğitimi ve Spor konularında, ülke gerçeklerine ve bu Yasa kurallarına uygun bir şekil vermek ve Beden Eğitimi ve Sporun yaygınlaşmasına, gelişmesine ve kalkınmasına ilişkin planlar hazırlayıp kararlar almak için, en çok üç yılda bir olmak üzere, sporla ilgili Bakanlığın uygun göreceği zamanlarda toplanması amacını taşıyor.
          Spor şurasında, konu başlıkları beş komisyonda görüşüldü. Spor Teşkilatının Yapılandırılması, Spor ve Turizm, Spor ve Egzersizde Eğitim ve Sağlık, Sporda Ekonomi ve Kaynakların Verimli Kullanılması ve Geçmiş Şura Kararlarının Değerlendirilmesi olarak beş ana başlık altında bir çok konu hakkında katılımcılar kafalarını yordular ve ortaya ülke sporunun gelişimi ile ilgili kararlar aldılar. Bizim komisyonda, spor konusunda gelişmiş ülkelerde yapılan ve olması gereken şekilde çalışılıp ülkemize uygulanabilirliği göz önüne alınarak düzenlendi. Sunumlarını izlediğim tüm komisyonlar da çok güzel konulara değinip, araştırmalarını bizlere sundular. Bütün komisyonlarda görev alan, ülke sporu için katkı koyup mesai harcayan her spor adamını kutluyorum. Spor Dairesi tüm personeline de gösterdikleri emek ve katkılardan dolayı teşekkür ediyorum. Yukarıda vurguladığım, duyduğum ve gözlemlediğim “Şuralarda alınan kararlar uygulanmıyor.” lafının  bir sonraki şurada söylenmemesi ve alınan kararların imkanlar ölçüsünde yapılmasını spor adamları olarak bekliyoruz. Sporun mutfağında çalışan bizlerin de şura kararlarının yapılıp yapılmadığının takipçisi olması gerekiyor.
          Katıldığım 4 toplantıda son gün komisyon kararlarının okunması ve oylanması hariç, kendi komisyonumuzda 25 kişiye yakın spor adamlarımız federasyonların seçimle gelen üyelerinin görevli olarak isimleri yazıyordu. Ancak toplantılara katılan üye sayısı 10-12 kişiyi geçmiyordu. Komisyon toplantılarına herhangi bir sebepden katılamayan üyeleri tenzih ediyorum. Genel Kurula herhangi bir sebepden gelemeyenlerin dışında, alınan şura kararlarının uygulanmaması ve sadece Genel Yönetim Kurulu Üyelerini seçmek için oraya gelinmiş olmasını gözlemledim ki bu da çok üzücü geliyor. 260 kişiye yakın üyenin oy kullanması gerekiyorken bu sayının yarıda (135) kalması bizi düşündürüyor.
          Spor şurasında komisyonlar, ileriye dönük ülke spor politikaları için doneleri ortaya koydu. Sporumuzu uluslararası standartlar mertebesine yükseltecek politikaları belirleyip onayladı. Bundan sonra ki süreçte spor ile ilgili Bakanlığın, spor şurasında alınan kararların uygulanması için gereken tüm mevzuatları yerine getirerek alınan kararları ilgili mercilere götürüp çalışma yapmasını beklemek ve görmek bizlerin en büyük temennisidir.
          Altyapılarımızı düzenleyip, geliştirerek hemen yarın kabul görüleceğimiz bir organizasyona dahil olduğumuzda sorun yaşamamak için bunları yapmalıyız. Sorunlarımızı bireysel olarak düşünmeyip, ülke sporu için düşünüp hareket edelim. Geleceğimiz olan gençlerimizi spor ile buluştururken her biri için aynı değeri ilk başta koymamız gerekiyor. Bunun için de tüm spor branşlarına gereken ilginin yüksek derecede ve tüm yapılan her şeyin şeffaf olması gereklidir diye düşünüyorum...          

 Geleceğimiz, şeffaf yönetilen ve her bir bireyine eşit davranan zihniyetlerle başarılı olacaktır. Tahir Soyer

Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

29/05/2013

Veli toplantısı!

          Hepimiz öğrencilik yıllarımızda veli toplantısından korkuyorduk. Aldığımız ders notlarından veya öğretmenlerimiz ailelerimize, hakkımızda neler söyleyecek diye evde, okulda bekliyorduk. Geçenlerde bir sporcu kızımın sosyal paylaşım sitesinde paylaştığı “veli toplantısı > tüm korkulardan.” gibi bu olay bizim dönemimizde de en büyük korku kaynağı olarak karşımıza çıkıyordu.
          Bugünlerde okul çağında olan sporcularla çalışan biz antrenörlerin de, veli toplantısı korkusu oluyor.  Çünkü veli toplantısı günlerine yakın veya o günden sonra, notlarını gizleyen öğrenci sporcularımız, gerçek ortaya çıkınca aileler tarafından bir takım yasaklara uğruyor. Bu yasaklarda geçmişten günümüze en başta maalesef spora uygulanıyor.
          Hayatı boyunca spor yapmayan, sporu sadece televizyondan izleyen veya bir kulübün taraftarı olan aileler, çocuklarının spor sayesinde belli başlı özellikleri kazanabileceğini düşünemiyor. Doktorların yönlendirmesiyle çocuklarının fiziksel sorunlarının (şişmanlık, obezite, hareketsizlik, düztabanlık vs.) düzelmesine yardımcı olması adına spora gönderiyor.
          Toplum olarak bizler yaşadığımız psikolojik sorunlarımız olsa bile psikoloğa gitmenin, diğer insanlar ne diyecek diye yanlış olacağını düşünüyoruz. Günümüzde bu tabu biraz yıkılsa da, bu şekilde yetişen bir toplumun bireyleri de çocuklarını psikoloğa götürüp onun vereceği tedavi yöntemleri arasında olabilen, spora yönlendirmesi maalesef olamıyor. Yıllarca gördüğüm ender psikolojik olay “Hiperaktif” çocukların, aileler tarafından spora gönderilmesi ve spor sayesinde düzelebileceği inancı oldu.
          Sevgili gençlerimiz, eğitim, hayatımızda hedeflerimize ulaşmamız için gerekli en temel etkendir. Eğitimi, sadece okul olarak düşünmeniz sizi yanılgıya düşürüyor. Okul, kendimizi geliştirmek için gerekli, temel ve hayata başlama yoludur. Eğitim, hayatımızın her anında hangi meslek sahibi olursak olalım, hayatımız boyunca eğitimden vazgeçemeyiz. Mesleğimizi geliştirmek, kendimizi o meslek dalında daha üst düzeye taşımak için eğitime devam ediyoruz. Eğitim ilk olarak okulda başladığına göre bunu yapmamız gerekiyor. Bu yüzden derslerimize önem verip çalışmalıyız. Aileler sizlerin mutluluğu için her şeyi yapmaya hazırdır.
          Sizi en çok ne mutlu ediyorsa onu yapmanızı öneriyorum. Eğitiminize devam etmelisiniz bu değişmiyor, fakat okul devam ediyorken, en çok ne yapmak istiyorsanız onu yapmaya daha fazla önem gösteriniz. Daha önce söylemiş olduğum bu sözü bir kez daha düşünün. “İnsanın X, Y ve Z’leri hep birlikte olmamalı, Ya A’sı, ya B’si ya da C’si olmalı. Her şeye birlikte tapılmıyor.” Yani okul devam ederken birçok aktiviteye değil en sevdiğinize yönlenin. Eğer hepsini eğitiminiz ile birlikte yapabiliyorsanız sizleri kutluyorum.
          Devletin spor politikasının içerisine ailelerin spora bakış açısının değişmesi adına birşeyler yapması gerekiyor. Toplantılarla, sunumlarla bunu topluma anlatması, sporun öcü olarak görülmemesi adına yapılması gerekenlerin başında geliyor. Spora bakış açısı aileler ve toplum tarafından değişim gösteriyor olsa da, spor sayesinde sıkıntı çektiğimiz birçok alanda değişim kaçınılmaz oluyor.
          Bunun olabileceğini düşünmek şu anda hayalcilik bunu biliyorum. Devletimizin spor federasyonlarına ayırdığı bütçe ortada ve bunu bügünlerde herkes basından görebiliyor. Uzmanlarımız kendi branşlarına göre önerilerini sunuyorlar. Bizler de spor adamı olarak spor konusundaki önerilerimizi aktarmaya çalışıp, sporumuzu daha ileriye hep birlikte taşıyabiliriz diye düşünüyorum...            
“Spor eğitimini iyi alan gençlerimiz, okul eğitimlerinde de başarılı olacaktır.” Tahir Soyer

Saygı ve basketbolla kalın.

Tahir Soyer
06/12/2012***

Teknoloji ve sosyal paylaşım sitelerinin spor üzerindeki etkileri!

          Teknoloji ve sosyal paylaşım sitelerinin bizi ne kadar olumsuz yönde etkilediği ile ilgili bazı gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçmiş aylarda bir toplantı öncesi arkadaşımla yemek yiyorduk. Hemen yan tarafımızdaki masada genç bir çift oturuyordu. Onlarda yemeklerini yiyordu. Yemeğimiz bittikten sonra gelen kahvelerimizi yudumlamaya başladığımızda, yan tarafta oturan genç çiftin her ikisinin de elinde telefonları ile bir şeyler yaptığını fark ettim. Bu olay bayağı bir sürdü. Dikkatimi onlardan alamıyordum. İkisinin de parmaklarındaki yüzüklerden evli olduklarını da anlamış bulunuyordum. Teknoloji ve sosyal paylaşım siteleri veya ne olursa olsun böyle bir ortamda da mı hayatımızda diyerek bu soruyu kendime sormaya başladım.

          Hep bu konuyu yazmak istiyordum. Yazma zamanım gelene kadar da gözlemlerime devam ettim. Antrenman çıkışı Genç Bayan Basketbolcularımı evlerine bırakıyorken, motosiklette muhtemelen babası veya bir akrabasının arkasında yolcu olarak bulunan genç kızımızın elinde telefonla bir şeyler yaptığını da gözlemledim.

          Bu yazdıklarımla bitmiyor tabiî ki; antrenmanlarda çalışma bölümleri arasında verdiğim su molalarından hemen sonra, özellikle genç oyuncular derhal telefonlarına sarılıyorlar. Ya mesaj atmaya ya da sosyal paylaşım sitelerindeki hesaplarına girip, duvarlarına veya mesajlarına bakıyorlar.

          Teknoloji hayatımıza o kadar çok girdi ki, bizler de bu olaylardan bahsederken kendimizin de bunu yaptığını unutmuyoruz. Teknolojinin gelişmesi iletişim, paylaşım, haber alma-verme vb. gibi olayları hayatımızda kolaylaştırıyor. Ancak bizleri ne kadar samimiyetten, karşımızdakine verdiğimiz değerden, insan ve aile ilişkilerinden, yaptığımız iş ne olursa olsun ona motive olamama gibi olaylardan uzaklaştırdığını düşünmek zorundayız.

          Geçenlerde bir arkadaşımın anlattığı olay da tam bunun üzerine tuz biber gibi geldi. Arkadaşım kız arkadaşıyla güzel bir gece geçirmek için buluştuğunu, gecenin güzel başladığını, birkaç saat sonrasında kız arkadaşının işiyle ilgili maillere bakması gerektiğini bildiği için “bakabilirsin” dediğini, ancak kız arkadaşı mailden hemen sonra facebook-twitter hesaplarına da baktığını ve bu olayın 15-20 dk sürdüğünü anlatması olayın ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Kızın arkadaşıma karşı sevgisinin olduğu biliniyor, fakat durum böyle bir ortamda, bu kadar da ortaya çıkıyorsa kendimize biraz bakmamız gerekiyor.

          Teknoloji, hayatımıza çok kok kolaylıklar sağlıyor. Eskisi gibi bizler seminerlerde kağıt-kalem kullanmıyor, kaliteli cep telefonlarımızla, kameralarımızla veya tabletlerle seminerdeki hareketleri çekmek için kolaylık sağlıyor. Fakat bize kolaylık sağlayan bu veya buna benzer teknoloji harikaları, bizleri araştırmaktan, taktik tahtasını elimize alıp çalışma drillerini veya setleri çizmekten uzaklaştırıp tembellik yapmamızı sağlıyor.

          Teknoloji, özellikle hayatımıza o kadar çok girdi ki, eskiden bizlerin mahalle, köy veya bisikletlerimize binip başka köylerdeki arkadaşlarımızla buluşmaya gidiyorduk. Boş arazilerde kurduğumuz taştan, tenekeden kalelerde gönül vermiş olduğumuz takımları oluşturup orada oynayan sevdiğimiz sporcular olup futbol maçları oynuyorduk. Yaz aylarında, yine bisikletlerimize binip arkadaşlarla hep birlikte denize gidiyorduk. Üniversite çağımız geldiği zaman da tüm bunları yapıyorken, birçoğumuz o zaman ki adıyla ÖSS ve ÖYS’yi kazanıyorduk.

          Spor, bizim okumamıza engel değil. Teknolojinin gelişmesi, sosyal paylaşım sitelerinin cazibesi de okumamıza engel değil. Hatta teknolojinin eğer doğru kullanırsak bizlere yararı daha fazla oluyor. Hızla gelişen gelenek, görenek ve kültürümüzün de okumamıza engel olmadığı biliniyor. Ancak bunları fazlasıyla yapmak, spor yapanların tam anlamıyla spora odaklanamamasını sağlıyorken, spor yapmayanların ise fiziksel ve psikolojik hastalıkların yanında, kötü alışkanlıklara ve kötü arkadaşlıklarla tanışması kaçınılmaz oluyor. 

Bize hakim olan, sadece kendimizin sahip çıktığı, bizim karar verdiğimiz hedeflerdir.” Muhammet Bozdağ



Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer
21/02/2013

Tatil!

          Pazartesi gecesi bölük pörçük uyudum hep. Yarım saat uyuyup sonra uyanıp kalktım. Bir saat oturup tekrar yatıp ayni şekilde uyuyup uyandım. Sabaha kadar gecem bu şekilde geçti. Sebebi neydi tam olarak bilmiyorum ama, sanırım birçok nedenden ötürü kafamı toparlayamayıp uyuyamadım. En büyük nedenlerinden birinin de yurtdışına gidecek olmam olduğunu tahmin ediyorum. Elbette temelli değil sadece tatil amaçlı yurtdışında olacağım için heyecandan olması gerek. Tatili de dramatize edip sizlerle paylaşmayı düşünmüyorum tabiiki.
          Aslında alışkanlıklarımızın ötesinde, hayatımızın o rutin çizgisinden olabildiğince uzaklaşmak herkese iyi geliyor. Gezmek, eğlenmek, dinlenmek, başka bir ülkenin kültürünü öğrenmeye çalışmak vb gibi herkesin bir tatil anlayışı oluyor. Kimilerimiz uyku, deniz, havuz, bar, disko, kültür gezileri vb bir tatil anlayışına sahiptir. Ben ise gideceğim ülkenin basketbol kültürünü öğrenmeye çalışacağım için, bu tatilin beni çok mutlu edeceğini düşünüyorum. Bir diğer mutluluğu ise yıllardır yoğun bir tempoda çalıştıktan sonra, bana göre uzun bir süre olan 15 günlük bir psikolojik dinlenme fırsatı bulmuş olmamdır.
          Bildiğiniz üzere sporda, hazırlık, müsabaka ve geçiş dönemi olarak kabaca üç tane antrenman periyotlaması bulunuyor. Geçiş dönemini tatil olarak algılayabiliyoruz. Bu sürenin profesyonel olarak yapılan sporlarda bir ay’ı geçmemesi öneriliyor. Geçiş döneminde amaç; sporcuların fiziksel ve zihinsel olarak yeniden toparlanması, sakatlığı bulunuyorsa tedavisi ve elde etmiş olduğu sporsal becerileri muhafaza etmesi olarak açıklanıyor.
          Geçiş dönemi de iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, sporcu kendi iradesiyle istediği biçimde hafif çalışma yapıp bir sezonun yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışıyor. Bu çalışmada da genel alıştırmaların yapılması öneriliyor.
          İkinci bölümde ise aktif dinlenme öneriliyor. Bu bölümde bireysel alıştırmalar büyük önem kazandığından, kesinlikle özel karakter taşıyan alıştırmaların uygulanmaması gerekiyor. Sporcular bu dönemde yapacağı antrenmanlarda psikolojik gerilimlerden arınmalı ve fiziksel gücünü belli bir düzeyde tutabilmelidir. Yüklemeler bu bölümde belli bir düzeyde tutulup gücümüzü kaybetmemeliyiz. Bunun aksini yaparsak esas hazırlık döneminde bu gücü tekrar kazanmak oldukça zor olacaktır diye düşünüyorum.
          Geçiş döneminde, küçük oyunlar ve psikolojik gerilimi çözücü çalışmalar, başka spor çeşitleri, bireysel alıştırmalar, haftada 1-2 defa topla teknik çalışmalar, zihnimizi hafifletecek kitap, tiyatro, sinema gibi etkinliklerde bulunmak bizleri hazırlık ve müsabaka dönemlerinde daha başarılı kılacaktır.
          Tatil her bir bireyin ihtiyacı olduğu kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Gözlemlediğim ve beni üzen öğrenci sporcuların tatil kelimesinin anlamını farklı algılamaları oluyor. Öğrenci sporcular özellikle okul kapandıktan sonra gece ile gündüzü karıştırıyorlar. Geceleri gündüz gibi yaşayıp, gündüzleri ise gece olarak yaşıyorlar. Sabahlara kadar internet başında oturup, gündüz öğlen veya akşam üzeri uyanıyorlar. Uyku her insanın ihtiyacıdır ve kaliteli yeterli zaman uyuyarak geçirmemiz sağlığımız için gereklidir. Ancak sabaha kadar oturup sonra uyumak bize herhangi bir kazanımı bırakın fayda bile sağlamıyor.
          Sonuç olarak iyi bir sporcunun uyku, beslenme gibi alışkanlıkları kazanması şarttır. Sizler de lafta sporcu olmak istemiyorsanız uykunuza ve beslenmenize dikkat ediniz. Tatili dramatize etmeyelim dedim ama maalesef bu gibi durumları gördüğüm sporcularım için durum gerçekten dramatiktir. Tatil döneminde kaybedeceğiniz uyku alışkanlığını yeniden kazanmak yine sizin için zor olacaktır. Beslenmenize dikkat etmeyerek aldığınız yağları antrenman döneminde veririm düşüncesine sahipseniz, sizden daha fit olarak antrenmanlara başlayan arkadaşınızın sizden daha avantajlı durumda olduğunu unutmayınız.        
“Sporcular tatil olgusunu fazla abartmadan, fiziksel ve zihinsel olarak yarışma dönemine hazır olmalıdırlar.Tahir Soyer       
Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

29/08/2013

Takım Olmak!

          Takım olmak duygusu sporun her türünde takımın her bireyi tarafından yaşanılması ve tüm bireyler tarafından sindirilip, hissedilmesi gereken bir duygudur. Bireysel sporlarda bile, yarışan oyuncu, antrenörü, idarecisi ve izleyicileri ile bir takım oyunu sergilemektedir. Basketbol da oyuncuları, antrenörleri, yöneticileri, seyircileri ile tam bir takım oyunudur. Bu takımın en küçük bireyi bile görevini ihmal ederse takımın başarısı düşer.
          Basketbol, oyuncuların bireyselliklerinden tamamen sıyrılıp, ayni amaç uğruna, tek vücut olup, tüm güçlerini vererek mücadele edilen bir takım sporudur. Gerek savunmada gerekse hücumda oyuncular karşılıklı yardımlaşarak hareket etmelidirler. Oyuncuların bunu başarabilmeleri için ilk önce kendilerine saygı, arkadaşlarına saygı, sevgi ve samimiyetle güvenmeleri gerekir. Oyuncular arasında karşılıklı saygı geliştiği zaman sporun asıl yerini bulacağına inanıyorum. Büyüklerine saygı göstermeyen ve arkadaşlarını sevmeyen bir bireyin takımın parçası olması imkansızdır. Hangi ligde mücadele ederseniz edin; ister çok önemli bir ligde şampiyon olan bir takımda yer alın, isterse KKTC liginde mücadele eden bir takımın parçası olun, takımın bireyi olabilmek için öncelikle egolarınızdan feragat etmeniz gerekir. Çünkü başarı bu şekilde kazanılıyor. Arkadaşlarınızın hakkını korumak ve onları gözetmek en önemli dayanışma örneğidir. Takım olmanın bir diğer gereği de arkadaşlarınızla yardımlaşmaktır. Arkadaşınızın kötü bir gününde daha çok çalışarak onun açığını kapatıp takımın zarar görmesini engellemek sizin elinizdedir. Unutmayın ki sizin de kötü bir gününüz olabilir, eğer o zaman da arkadaşlarınız size yardım ediyorlarsa artık takım oldunuz demektir.
          Takım bir bütündür, nasıl bir masanın ayaklarından birinin az bile olsa kırık olması ile masa düz duramıyorsa, takım da bir tek elemanı bile aksadığında maçı kazanamaz. Her elemanın takım içinde bir görevi vardır, Maçı kazanmak için her eleman görevini kusursuz yapmak zorundadır. Alınacak sonuç sadece elemanın kendisini değil bütün takımı ilgilendirecektir. Bir oyuncu maç boyunca hiç oynamasa dahi takımın kaderi üzerinde etkili olabilir. Arkadaşlarına destek olan ve moral veren bir yedek oyuncu takımına maçı kazandırabilir. Yedek bir oyuncunun oyuna girdiği bir saniye içinde kapacağı bir top bir şampiyonluğa dönüşebilir. Bu yüzden takımın en küçük üyesi bile her an görevini yapmaya hazır olmak zorundadır.
          Oyuncularıma her zaman gerçek yaşamda nasıl bir kişiliğe sahiplerse, sahada da oyun oynarken aynı kişiliği sergilemeleri gerektiğini söylerim. Gerçek yaşamdan kastım, oyuncular yaş ve yaşam şartlarına göre değişim gösterecektir. Oyuncuların okul, iş, karşı cinsle ilişkisi, evlilik ve ailesinde nasıl bir kişiliği varsa bunu sahada da göstermelidir. Hatta oyuncularıma takımın bir aile olduğunu söylemekteyim. Gerçek yaşamda bizler ailemizin ne iş yaptığını, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını biliyoruz. Takım içerisinde de oyuncuların birbirlerinin aile gibi bir takım şeylerini bilmesi (Ne iş yaptığı, hangi pozisyonda çalıştığı, nerede okuyup hangi bölümde olduğu vb.) ve ona göre davranması gerektiğini söylerim. Bizim ülkemizde ve tam anlamıyla profesyonelliğin gelişmediği bazı ülkelerde dahi oyuncular; bir şekilde profesyonel olsalar bile, eğer takım olmuşsalar birbirlerinin nelerden hoşlanıp hoşlanmadıklarını biliyorlar. Tam da bu konuyla ilgili olarak bu hafta kendi takımımda yaşadığım bir deneyimi sizlerle paylaşmak isterim: Hayatım boyunca gerek oyuncu gerekse antrenör olarak yapmış olduğum sayısız maç vardır. Birçok maç kazanıp kaybettik bu süreçte. Üzüldüğümüz ve mutlu olduğumuz birçok durumlar ortaya çıkmıştır. Ancak geçtiğimiz hafta yaşadığımız olay bana tam da bugünkü konumuzun yani takım ruhunun önemini gösterdi. Cuma akşamı Soyerspor Genç Takımımızın maçı vardı ve  inanın şu anda kaç sayı ile kazandığımızı, kaç sayı atıp, yediğimizi anımsamıyorum. Sonuçta bu bir oyun ve kazanmak da var, kaybetmek de. Genç takımımız da görev alan her oyuncumuz o akşam çok iyi mücadele ettiler ve maçı kazandılar. Ancak biri vardı ki; verilen her görevi neredeyse eksiksiz yaptı, sahanın yıldızlarından birisi oldu. İlk bakışta bir oyuncunun verilen görevi eksiksiz yapması normal görünüyor ancak, maç bitiminde bizimle paylaştığı bir bilgi oyuncumla birbirimize sarılıp ağlamamıza neden oldu. Oyuncum maç günü eniştesini kaybetmesine rağmen bunu ne biz antrenörlerine, ne de takım arkadaşlarına hissettirdi. Çünkü diğer arkadaşlarının ve kendisine ihtiyacı olan takımın motivasyonunu düşürmek istemiyordu. Bu oyuncumuz Özkan Yoğunali. 1995 doğumlu, genç ama yüreği "BÜYÜK" olan bu ve bu gibi oyuncularımıza bizler de takım olarak elimizden gelen desteğin en iyisini yapmaya çalışacağız. Bakın Basketbolun “The Man’i” (Michael Jordan) nasıl demiş.
          “Takımın geri kalanından farklı bir hayat tarzım var ve bu da ne yazık ki bölünme yaratıyor. İşte bu yüzden bana düşen onlara kendimi eklemlemek, arkadaşlarımla aramda kuvvetli bağlar kurup bunu devamlı olmasını sağlamak. Onların neleri sevdiğini bilmek zorundayım. Örneğin, benim de neleri sevdiğimi onlara söylemek. ‘O harika biri. Ona asla ulaşamam. Ona dokunamam bile’ diye düşünmelerini katiyen istemem.  
          Takım olmanın bir başka gerekliliği de, takım olarak oyuncuların birbirlerine güvenmeleri gerekiyor. Arkadaşı top atıldığında topu tutamaz diye pas atmaktan korkan, atacağı pası düzgün atamıyor diye hata yapmaktan korkup pas atmayıp daha büyük hatalar yapan, maç sonunda takım 20 sayıyla yenildiği zaman bile ben “şu şekilde istatistik yaptım daha ne yapayım diye” kendini avutan oyuncular var. Oyuncular, takımda hata yapar diye ona pas atmamak yerine, daha fazla güvenini sağlaması için arkadaşına tekrardan pas atmalı. Ona güvendiklerini göstermeleri gerekmektedir. Ona güvendikleri için, kendileri de güven kazanacaklardır. Bu da birlikte takım olmanın anahtarıdır. Chicago Bulls yardımcı antrenörü Jim Cleamons başarıların ardından kötü giden takımları ile alakalı bu durumu şu şekilde söylemiştir. 
          “Biz her zaman yürekten oynayan bir takım olduk. Fakat korkarım ki bundan çok çok uzağız şimdi. Takım arkadaşlarımızı ve oyuna nasıl daha fazla nüfuz edebileceğimizi düşünmek yerine; alacağımız parayı, kariyerlerimizi ve yaptığımız istatistikleri düşünür olduk sadece”

“SİZİ BURAYA GETİREN YETENEĞİNİZDİR. BURADA TUTACAK OLAN İSE KARAKTERİNİZDİR.”

Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

23/03/2012

Şeker tadında!

          Bugün Şeker Bayramının ikinci gününü yaşıyoruz. Dün ile bugün aile büyüklerimizi ziyaretlerimizde Gatmer, Gatsura, Gullurikya, Güllaç, Mullapi, Samsı, Bişi, Sini Gatmeri, Şamişi, Kadayıf türleri ve bilimum tatlı türlerini tüketiyoruz. Genç okuyucularım bir kısım tatlıların ismini bilmese de, özellikle büyük nineler ve dedelerin ellerini öpmeye gittiklerinde bazılarını tatmış olduklarını düşünüyorum. Kısaca adı üstünde olan Şeker Bayramını, sağlığımız yerindeyse veya çok büyük derdimiz yoksa şeker tadında geçiriyoruz.
          Bir takım şeylere sebebiyet vermemek adına şu açıklamayı da yapmayı uygun görüyorum. Gericilikle veya ilericilikle hiç bağdaştırmadan, beni takip eden siz saygıdeğer okuyucularım biliyorlar ki, yazım tarzım gereği bu şekilde bir giriş yapmayı uygun buldum. Asırlardır Ramazan Bayramı olarak kutlanabiliyorken, kimilerimiz tarafından da Şeker Bayramı olarak kutlanıyor. Sonuç olarak müslümanlığın iki dini bayramından biri olan bu bayramı herkesin şeker tadında, sağlıklı, mutlu, huzurlu, keyifli geçirmesini diliyorum.
          Uzun bir zamandır yazmaya çalışıyorum. Turizm, çevre, ekonomi, eğitim, kültür ve birçok konu ile sporu ayni anda yazdım. Fakat din ile sporu ayni anda yazabileceğimi hiç düşünmemiştim. İslam dinimiz; insanların renk, ırk, dil ayırımı yapmadan, hak ve hukuk yönünden bütün insanların eşit olduklarını açıkca belirtiyor. Hatta İslam dinimizin yegane hedefinin, insanlığın dertlerini gidermek, insanlığa hak ve hakikat yolunu göstermek olarak açıklanıyor.
          Hukuk, birey, toplum ve devletin hareketlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini; yetkili organlar tarafından usulüne uygun olarak çıkarılan, kamu gücüyle desteklenen, muhatabına genel olarak nasıl davranması yahut nasıl davranmaması gerektiğini gösteren ve bunun için ilgili bütün olasılıkları yürürlükte olan normlarla düzenleyen normatif bir bilimdir. Hukuk, birey-toplum-devlet ilişkilerinde ortak iyilik ve ortak menfaati gözetir, olarak açıklanıyor.
          Benim gibi sizler de bu yazıyı okuyorken müslüman bir hukuk devletinde yaşayıp, hak ve hukuktan bahsedemeyeceğimizi, renk, ırk, din ve dil ayrımı yapıldığını yaşayıp görüyorsunuz. Onca yapılan hataları veya adaletsizlikleri şimdi burada durup sıralamayacağım. Zaten sizler de şimdi “Eh be Tahir Hoca bayramımızın şeker tadını mı bıraktın” diye serzenişte bulunuyorsunuz.
          Yüce Atatürk’ün söylediği “Spor, sevgi, barış ve kardeşliktir” cümlesi, sporcu kişiliği taşıyan kişilerin hak ve hukuka riayet ettiklerini, spor sayesinde renk, ırk, din, dil ayırımı yapmadıklarını gözlemleyebiliyoruz. Doğru ellerde yetişen sporcu çocukların ilk önce “İnsan” olarak yetiştirildiklerini görüp mutluluk duyuyoruz. İnsan olarak yetişen bu çocukların sevgi ve saygıyı da öğrendiklerinden antrenmanlar da şeker tadında geçiyor. İlk önce kendilerine, takım arkadaşlarına, rakip takım oyuncularına, takım yöneticileri ile antrenörlerine saygılı davranan sporcular, kendilerine de saygı, sevgi içerisinde de davranılınca antrenman, maç ve özel hayatta ilişkiler şeker tadında geçiyor.
          Dinimizi inkar etmeden, ülkemize, soyumuza sahip çıkarak hak ve hukuka dayalı bireyler yetiştirip, onların renk, ırk, din, dil ayırımı yapmadan herkesle barış içerisinde yaşamasını sağlayalım. Bunun için de tüm çocuklarımızı spora yönlendirelim...      
Sporcular, hakkaniyetli insanlar topluluğudur.” Tahir Soyer         
Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

08/08/2013

Şeker Hastalığı!

          Geçen hafta başı arabamın arızası nedeniyle tamirci bir arkadaşımın tamirhanesine gitmiştim. Orada oturuyorken arkadaşın yeğeni geldi ve bir şeyler konuştular. Bana hadi kalk bir yere gidiyoruz diye seslendi. Kalkıp arabaya binip 2-3 dakika sonra bir evin önünde durduk. Yolda o kısa sürede arkadaş bana diğer yeğeninin Şeker Hastası olduğunu, bir bacağının kesildiğini ve iki buçuk ay hastahanede kaldıktan sonra taburcu olduğundan bahsetti. Tabii ki diğer yeğeni de arkadaşıyla birlikte bizi takip edip geldiler. Hep birlikte kapıya yönelip kapı çalınıp açıldıktan sonra içeriye girdik. Yengeleri bizi üzgün, yorgun, bıkkın, ama bir o kadar da sevgiyle karşıladı. Bizlerden istediği eşinin oturma odasındaki yatağının pamuk şiltesini değiştirmekti.
          Yaklaşık 65-70 yaşlarında deyim yerindeyse kapı gibi olan amcayı alıp kanepeye yatırdıktan sonra şilteyi değişip tekrardan onu oraya yatırdık. Bu işi yaparken de yoğun duygular ve gayet sessiz bir şekilde yaptık. Amcanın gözleri doldu, buğulu bir sesle teşekkür etti. Bizler ise ne diyeceğimizi bilemeden oradan ayrıldık. Arkadaşla biz tamirhaneye kadar hiç konuşamadık. Allah kimseye hastalık vermesin ama böyle ve daha kötü hiçbir hastalığı vermemesi temennisinde bulunup, bu konu hakkında bu hafta sizlerin karşınıza çıkmayı uygun gördüm.
          Şeker hastalığı, diğer adıyla diyabet, ülkemizde sık görülen ve ciddi sonuçlara yol açan bir hastalık çeşidi olarak karşımıza çıkıyor. Midenin arka kısmında bulunan ve pankreas adı verilen bezin kan şekerini düzenleyen hormonlar salgıladığı, bu hormonlardan biri de insulindir. Şeker hastalığı, pankreasın ürettiği insülinin salgılanamaması ya da etkisiz kalması sonucu ortaya çıkıyor. İnsülin olmayınca, besinlerle aldığımız şeker ve diğer besin unsurları, hücrenin enerjisini karşılamak gibi çok önemli bir görevi olan şeker (glukoz) hücreye giremiyor. Böylelikle, hücreler şekersizlik çekerken, kanda şeker normal değerlerin üstüne çıkıyor. Kanda şekerin çok artması, zehir etkisi yaratıyor ve vücudun tüm hücrelerini tahrip etmesi olarak herkes tarafından biliniyor ve uzmanlar tarafından açıklanıyor.
          Hastalığın daha fazla açıklamasını uzmanlara bırakıp Şeker Hastalığının bir diğer tedavi metodunun spor yapmak olduğunu bilerek yaptığım araştırmayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle diyabet hastasıysanız, bundan sonraki yaşama alışkanlıklarınızı uzmanların önerilerini dinleyerek tamamen değiştirmeniz, kendinizi kontrol altında tutmanız gerekiyor. Diyabetle birlikte ve barışık bir şekilde yaşamanın yolu kendinize dikkat etmekten geçiyor. Kan şekeri düzeylerinizi ortalama aralıklarda tutarak olabildiğince normal yaşam sürdürmeyi hedeflemelisiniz. Bu hedefe ulaşmanın en iyi yolu diyet uygulamak ve egzersiz yapmaktır.
            Spor veya egzersiz yapmak birçok hastalığın iyileşmesinde, hastalığın artmamasında önemli bir rolü olduğu herkes tarafından biliniyor. Şeker hastalığının obezite, yüksek kolestrol veya trigliserid, yüksek tansiyon, Alzheimer, demans gibi hastalıkları tetikleyebildiği de biliniyor. Bu yüzden spor veya egzersiz kaslardaki şekeri yakmamızı sağlıyor. Hem de kilo problemimizi engellemeye yardımcı oluyor. Düzenli spor veya egzersiz yapan bir şeker hastasının vücut ağırlığı aynı kalsa bile karın yağlanması azalır. Düzenli spor yapmanın şeker hastalığını önleme ve tedavi etmede düzenli beslenme ve ilaç kullanımı kadar önemlidir. Ancak spor yaparken bilerek yapmak çok önemlidir. Yoksa fayda yerine zararı olabiliyor.
          Uzmanlar, diyabet hastaları için en uygun egzersiz tiplerinin, tempolu yürüyüş veya yavaş koşma, bisiklete binme, merdiven çıkma ve ağırlık kaldırma olarak açıklıyorlar. Egzersiz süresinin 20 ile 60 dakika olması gereken diyabet hastalarında, TİP 1 diyabetlilere her gün, TİP 2 diyabetlilere ise haftada 3 ile 5 gün spor veya egzersiz öneriliyor. Ağırlık kaldıracak diyabet hastası kadınlar için 8-12, erkekler için 10-15 tekrar olarak belirlenen ağırlık egzersizlerinde yüksek ağırlıklar önerilmiyor.
Şeker hastalarının spor yaparken dikkat etmesi gerekenler:
  • Yemeğinizi mutlaka egzersiz yapmadan bir-üç saat arasında yemiş olun.
  • İnsülin kullanıyorsanız doktorunuza insülin kan düzeyinin ne zamanlar en yüksek seviyeye ulaştığını sorun ve bu sırada egzersizden kaçının.
  • İnsülin enjeksiyonu alıyorsanız, enjekte ettiğiniz vücut bölgenizi (kol, bacak) egzersiz sırasında kullanmayın.
  • Kan şekeriniz 250 mg/dl üzerindeyse egzersizden kaçının.
  • Kan şekeriniz 100 mg/dl altında çıktıysa doktorunuz tarafından önerilen karbonhidratlardan alın. 30 dakikalık egzersiz için 20-30 gr yeterli olur.
  • Gece geç saatlerde egzersiz yapmaktan kaçının. Egzersiz aynı zamanda kafein gibi uyarıcı bir etkiye sahip olduğundan uykunuzun kaçmasına da neden olur.
  • Düzenli egzersiz yapmaya başladıktan sonra doktorunuza kullandığınız ilaçların dozu ile ilgili danışın.
  • Egzersiz sırasında rahat ayakkabılar giyin.
  • Ağırlık egzersizi yapacaksanız ağırlık miktarını düşük tutup tekrar sayısını artırın.
  • Ağırlık kaldırırken nefesinizi tutmayın veya ıkınmayın. Sizi fazla zorlayan ağırlıklardan kaçının.
  • Egzersiz sonrasında kan şekerinizi ölçün ve değerleri sürekli takip edin. Kan şekerinizi takip etmeniz egzersizin vücudunuza etkilerini görmenizi sağlar.
  • Egzersiz öncesinde ve sonrasında mutlaka sıvı alın.
  • Sıcak günlerde egzersiz yapmaktan kaçının.
  • Mümkünse tek başınıza egzersiz yapmayın. Egzersiz yapmak için spor salonu ve halka açık alan gibi kalabalık mekanları tercih edin.
          Spor veya egzersiz tüm hastalıklarda olduğu gibi şeker hastalığının tedavisinde de vazgeçilmez bir tedavi biçimidir. Psikolojik veya fizyolojik hastalıkların tedavisinde bu kadar önemli olan sporu, ileride herhangi bir hastalık yaşama riskini azaltmak adına çocuklarımıza ve gençlerimize şimdiden yaşam alışkanlığı olarak öğretmeye bakalım. Sonucu kötü olacak hastalıkları önleme adına sporu her zaman hayatımıza sokalım…
“Hastalık, düzenli spor yapanların kapısını daha geç çalıyor.” Tahir Soyer         
Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

25/07/2013

Şampiyonluğun perde arkası!

          Çarşamba gecesi rahat bir uyku çekeceğimi düşünmüştüm ama olmadı. Sebebi ise o akşam Telsim Genç Erkekler Basketbol Ligini 2-0 geriden gelip, seriyi 3-2 yapıp şampiyonluğu kazanmaktı. Şampiyonluğu kutlarken sadece şampiyonluğu değil bu kulübün nerelerden nerelere geldiğini yaşamak, görmek de hep bir bir aklıma geldi ve bu olayın üzerine ne yazık ki uyku hasıl olmadı.
           2008 yılında gece gündüz çalışarak tüzüğünü yaptığım, gerekli işlemlerini hazırladığım ve birkaç arkadaşımla yola çıktığım Soyer Spor Kulübünün bu günlerini görmek, yaşamak, hissetmek beni çok mutlu edip duygulandırdı. 12/12/2008 yılında kuruluşunun sadece birkaç ay sonrasında minicik çocuklarımla İzmir’e kampa gittiğim günden tutun da, çekmiş olduğumuz tüm sıkıntılardan günümüze şampiyonluğa kadar her şey o gece gözümün önünde canlandı.
          Bu güne kadar birçok oyuncu ile çalıştım. Allah sağlık ve ömür verirse, çalışmaya da devam edeceğim. Tabii ki şanslıymışım, doğru, dürüst, saygılı, kaliteli ve basketbolu seven oyuncularla yollarım kesişti. Şimdi o oyuncularım Genç Takım Antrenörü, Yıldız Takım Antrenörü, Başkan ve Asbaşkan olarak görev yapıyorlar. Bu noktaya gelene kadar da tıpkı benim gibi kulübün her kademesinde görev aldılar.
          İzmir kampı dönüşü ilk gün verdiğim röportajda söylemiştim “Gençler geleceğimizdir” diye. Eski oyuncularım olan ve şimdi ki Yönetim Kurulunda bulunan arkadaşlarım da genç insanlar ve kulübün, ülke sporunun ve memleketimizin geleceğidir. Tıpkı Basketbol Okulunda, Küçük, Yıldız, Büyük Erkekler, Genç Bayanlar ve Çarşamba akşamı şampiyon olan Genç Erkekler gibi.
          Bize ne mutlu ki birçok kurumun başaramadığı kurumsal yapıyı Soyer Spor Ailesi olarak oluşturduk. Kulübün Kurucu Üyesi olarak, Antrenör olduğumdan dolayı Soyer Sporun Yönetim Kurulunda değilim. Kurumsallaşan bu kulüpte hiçbir Antrenör Yönetim Kurulunda olmayacak, herkes kendi işini yapacak. Bunu da bu geleceğimiz olan gençler başarıyor. Hepsini alınlarından öpüyorum. Umarım bunu kurumsallaşamayan birçok kurum yapabilir ve ülkemiz daha aydınlık günlere ulaşır.
          Bir dostumun ve yanımda olan bu arkadaşlarımın yüreklendirmesiyle köşe yazılarımı yazmaya başladığım ilk gün “Basketbolu sevmek” isimli köşe yazımda da belirttiğim gibi; “Antrenör yetiştirip onun da yüzlerce oyuncu ve bir Antrenör yetiştirmesiyle ülke sporuna daha fazla katkı sağlayabiliriz” sözümün de ne kadar doğru ve yerinde bir karar olduğunu, yetiştirdiğim iki antrenör sayesinde görüyorum ve mutlu oluyorum.
          Bu kulübün şimdiye kadar kurulmasında ve Yönetim Kurulunda görev yapıp ayrılan, şimdiki Yönetim Kurulunda olan ve gelişimine, büyümesine katkı koyan tüm arkadaşlarıma saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Yönetim Kurulu ve Başkanına kurumsal yapıyı hazırlamaları ve bizlere sıkıntısız bir 2012-2013 sezonu yaşattıkları için minnettarım. Bu kulüpte 100 kişinin üzerinde bulunan sporcuma, saygılı, disiplinli, sportmen oldukları, ayrıca kulübün tüzüğüne uygun davranışlarda bulunup mücadele ettikleri için teşekkür ederim. Şampiyonluk her şey değil ama emeğin, çalışmanın karşılığını aldığımızdan Genç Erkekler Takımımıza ayrıca teşekkür ediyorum. Tabii ki asla unutmayacağım ve içimi titreten “Soyer, Soyer” tezahüratlarını yapan, bizi maçlarda yalnız bırakmayan sevgili destekçilerimize, taraftarlarımıza, sevenlerimize de sonsuz saygılar sunuyorum.
          Bizler kulüp olarak evrensel değerlere sahip “İNSANLAR” yetiştiriyoruz ve yetiştirmeye de devam edeceğiz. Soyer Spor Kulübü “BİZ” diyen kişilerin kulübüdür. Bugünün oyuncuları da  kurumsallaşan bu kulübün gelecekteki yöneticileri ve antrenörleri olacak. Bu şampiyonluktan sonra, çıtamızı daha da yükselteceğiz. Kulübümüzden beklentiler yükselecek, herkese daha çok iş düşecek. Biz ve bizim gibi spora önem gösteren tüm kulüpler sayesinde de ülke sporunda güzel günler göreceğiz diye düşünüyorum…

 “Doğru, saygılı, sportmen, hak yemeyen ve çalışkansanız; gün gelir BAŞARIRSINIZ.” Tahir Soyer

Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

16/05/2013

Şampiyonluğa ambargo koyanlar!

          Telsim Bayanlar Basketbol Liginde, 2011-2012 sezonu şampiyonu yine Yakın Doğu Üniversitesi Bayan Basketbol Takımı oldu. Yıllardır şampiyonluklara ve kupalara ambargo koyan bu takım; 10 lig şampiyonluğu, 6 federasyon kupası şampiyonluğu, 3 süper kupa
şampiyonluğunun yanında, 4 yıldır da namağlup ligi tamamlayan bir takım ünvanını koruyor.
         Yakın Doğu Üniversitesi Bayan Basketbol Takımı, disiplinden ödün vermeyen, asla vazgeçmeyen, sürekli oyun içerisinde mücadele eden bir takım görüntüsü sergiliyor. İyi bir oyuncu kadrosuna sahip olan bu takımımız, iyi bir kenar yönetimi ile daha uzun süre alttan gelen oyuncularla şampiyonluklara ve kupalara ambargo koymaya devam edecek
gibi gözüküyor.
         Resmi olmayan kaynaklardan edindiğim bilgiye göre; Yakın Doğu Üniversitesi Bayan basketbol Takımı önümüzdeki yıllarda Türkiye Bayan Basketbol 2. Liginde mücadele etmek için girişimlerde bulunuyormuş. Ülkemiz bayan basketbolu için çok önemli bir adım
olduğunu söylemek isterim. YDÜ Bayan Basketbol Takımının yapacağı takviyelerle oralarda başarılı olacağını düşünmekteyim. Bu kararı alan üniversite yönetimini ve spor koordinatörlüğünü kutlamak isterim. Yakın Doğu Üniversitesin'e, Coach Fatoş Anıl Öder ve oyuncularına çıkacakları bu yolda başarılı olmalarını temenni eder bir spor insanı olarak onlara elimizden gelen her türlü desteği yapmaya hazır olduğumuzu söylemek isterim.
         Gönlümüz aslında daha fazla bayan takımının basketbol liginde mücadele etmesini istiyor. Ancak tüm branşlarda eksik olan bu durum için yetkililer henüz bir önlem almış gibi görünmüyorlar. Gerek erkeklerde, gerekse bayanlarda sadece üniversitede okuyan öğrencileri
yerli statüsünde oynatırsak bu branşa ilgiyi, başka organizelerle de harmanlarsak ülke basketbolunu daha ileriye taşıyacağımızı düşünüyorum.
“Yarının bu günden daha iyi olacağı ümidiyle yetinmek yerine hemen bugün, yarın uyandığımızda kendimizi önceki günden biraz olsun daha iyi hissetmemizi sağlayacak bir şeyler yapabiliriz." EDWARD DE BONO
    

Saygı ve basketbolla kalın.

Tahir Soyer

04/05/2012

Sürantrenman!

          Bugün ne yazmam gerektiği konusunda bayağı kendimi zorladığım bir gün oldu. Aslında yazıp yazmama konusunda gittim geldim. Zamanlar içerisinde yazmış olduğum “Kendime ait sözler 3” ile de siz değerli okuyucularımın karşısına çıkmayı düşündüm. Hatta “Aman boş ver bu gün yazmayım” diye de kendimi motive etmeye çalıştım. Size olan saygımdan yine de yazmaya çalışıyorum.
          Dönemler içerisinde hepimiz bazı şeylerden sıkılır ve hiçbir şey yapmak içimizden gelmiyor. Benim de bu aralar tam da deyim yerindeyse durumum o. Demek ki limitlerimi zorladım ve tıpkı sürantrene oldum gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu sendromu düzeltmek için de kendimi gözlemem ve değerlendirmem gerektiğini biliyorum.
          Tabii ki bilgilerimi aktarmak için başlamış olduğum köşe yazılarıma, spor adamı olarak spor konusunu yazmam gerekiyor. Bu yüzden bugünkü ruh halimi anlatan ve sporcularda oluşan sürantrenman konusunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
          Tüm spor dallarında antrenmanın amacı, sporcuların var olan sporsal potansiyellerini bilimsel yöntemlerle belirli bir fizyolojik seviyeye ulaşması ve bunu koruyup geliştirmesidir. Sürantrenman ise fiziksel ve zihinsel yorgunluktan kaynaklanan performans kaybı olarak açıklanıyor. Uzun süren ve oldukça yüksek yoğunluktaki yüklenmeler sonucunda organizmada yorgunluk oluşuyor. Kural olarak en yüksek şiddetteki yorgunluklar 24-48 saat içinde başlangıç noktasına dönüyor. Eğer bir sporcunun tüm yüklenmesi (antrenman, meslek, okul nedenleri ile) onun performansının ve yüklenme yeteneğinin üstüne çıkarsa sporcu sürantrenman ortamına giriyor. Sürantrenman yorgunluğu devamlı olarak arttıracaktır. Uygulanan bir yüklenme sonrası, sporcunun performans yeteneği tam olarak yeniden toparlanamayacak ve sürantrene koşulları ortadan kalkıncaya kadar devamlı düşen bir grafik çizecektir.
SÜRANTRENMANIN NEDENLERİ!
*      Yetersiz dinlenme,
*      Düzensiz uyku,
*      Beslenme alışkanlığı,
*      İçki-nikotin-fazla kafein alımı, 
*      Çevresel Faktörler, 
*      Psikolojik Yüklenmeler, 
*      Yaşam stili- Düzensiz yaşam tarzı, 
*      Bioritim, 
*      Enfeksiyonlu hastalıklar.  
 
SÜRANTRENMAN BELİRTİLERİ!
*      Sporcunun gücünde düşme (Dayanıklılık, kuvvet ve sürat düşer.),
*      Uzun süren yorgunluk (Dinlenme süresi uzar.),
*      Psikolojik belirtiler (Kusur bulma, her an kavgaya hazır olma, isteksizlik, depresyon, tedirginlik), 
*      Günlük yaşamda değişmeler,
*      Neşesizlik, 
*      Düşük konsantrasyon yeteneği, 
*      Uykusuzluk, 
*      Gece terlemeleri,
*      İştahsızlık,
*      Kilo kaybı.  

SÜRANTRENMANIN GİDERİLMESİ!  

*      Öncelikle yüklenme azaltılmalı ve sporcuya dinlenme olanakları sağlanmalıdır.(Aktif dinlenme, masaj, banyolar, zengin vitaminli yiyecekler gibi.),
*      Pasif dinlenmelerden kaçınılmalıdır, 
*      Dengeli beslenme, 
*      Antrenmanlar arasında yeterli dinlenme periyotlarının verilmesi,
*      Düzenli uyku, 
*      Düzenli ve sorunsuz özel yaşam,
*      Antrenmanları sürdürmek için yeterli motivasyon ile bir takım olumsuzlukların önemli ölçüde ortadan kalktığı görülür.    
“Kararlılık, istek ve çok çalışmanın dışında, iyi dinlenmesini de biliyorsanız başarılı olursunuz.” Tahir Soyer         

  

Saygı ve basketbolla kalın.
Tahir Soyer

13/06/2013